26 Temmuz 2018 Perşembe

Rumlar, Ermeniler ve diğerleri asla unutmuyor. Üstelik alçakça yalan söyleyip kalleşçe iftira ediyorlar. Biz de halkımıza, ırkımıza ve korumasız "masum-müsemma" insanlara yapılan mezalim, soykırım, zulüm, haksızlık, düşmanlık ve işkenceleri kesinlikle unutmayacağız...

Kıbrıslı masum, müsemma ve korumasız Şehitlerimiz: Nevin Mahmut ve kızları ile Ülfet Osman ve kızı.. Bir Rum taksiciye parasını verip kendilerini Limasol'dan kuzeye eşlerinin yanına götürmesini istemişlerdi... Emanete hıyanette en alçak, hain ve kalleş mahlukattan olan elen domuzları tarafından alçakça Tecavüz edilerek, işkence görerek ve kurşuna dizilerek küçücük evlatları ile acımasızca, hunharca katledildiler.. Bunların kanını yerde koyan (eğer alınmamış ve lânetli palikarya cezalandırılmamışsa) intikamını almayan sorumlu hükümet mensupları kahrolsun, Allah bin türlü belâlarını versin ve (müştereken ilgili bütün) sorumlularla birlikte mahv ve helâk olsunlar inşallah... 

24 Temmuz 2018 Salı

CHP'de neler oluyor?.. CESURYORUM (Hayrullah Mahmud Özgür) -"Alman'ın kendi çıkarı için doğru olan Türkiye'nin bekaası için ne kadar doğru?! Türkiye'nin bekaa'sı, rejim'i adına herkes elini taş'ın altına koymak zorunda! Real politik'ten kaynaklı o baş'lar zaten İsrail/İran makas'ında!"

CHP'de neler oluyor?!
CESUR YORUM & HAYRULLAH MAHMUD ÖZGÜR
Yerel seçimler öncesinde örgüt'ün içini Kemal Kılıçdaroğlu'cular, Muharrem İnce'ciler diye böldüler, saflaştırıyorlar.

Kurultay olmuş olmamış önemli değil.

CHP seçmen'i parti'nin tepe'sine küskün.
24 Haziran hayal'kırıklığına dair hesap veren kimse çıkmadı.

"İnsan zekası"na hakaret birkaç özür mesajı ile geçiştirilebilir bir şey değil bu!

Neticede seçmen özde laik, özde Atatürkçü!

Başka?!
(Hayrullah Mahmud ÖZGÜR)
24 Haziran denkleminde, 'Siyasal İslam'ın emrine girmiş bir CHP tablosu var; Kılıçdaroğlu'ndan, İnce'sine kadar!

AKP istese de tek başına yüzde 50'nin üzerine çıkamaz, içinde ödünç "merkez sağ" oy'lar var.
Özal'ın ANAP'ı gibi dört eğilimli, fast food parti.

CHP ise "merkez sol" bir parti.

AKP istese de CHP'den oy alamaz, CHP istese de AKP'den oy kaydıramaz!

AKP içindeki merkez sağ oy'ları eski adresine kaydıracak bir yapının ortaya çıkması gerekiyor.

Ne var ki, bu anlamda kurulan İYİ Parti çok hızlı şekilde MHP'lileşti.

Akşener TBMM dışında kaldı, parti'nin TBMM'deki fiili lideri konumuna Koray Aydın geçti.
Devlet Bahçeli'nin İYİ Parti içine uzanan eli vs.

CHP, fabrika ayarlarına dönmeli ama hangi fabrika ayarları?!

BOP'taki CHP ile Atatürk'ün CHP'si arasında çok fark var.

Bir kez ezber'i düzeltelim:
Türkiye'yi kuran parti CHP ise anlaşılması gereken şudur:
DP dahil diğer tüm partiler de o CHP'nin içinden çıkmadır.

Yani?!

Abdülkadir Selvi gibi "şark kurnazı" istihbarat artığı yazarların anlaması gereken şudur:
AKP, "3 Y" üzerinden iktidar oldu!

Selvi ya da diğer AKP'li kalemlerden kaçı şimdiye kadar kaç yolsuzluk haberi yazmış?!

AKP içindeki hangi demokrasi dışı uygulamaları eleştirmiş?!

Bıraktım diğer konuları sadece TELEKOM, Yüce Divan'lık dosya!

Gökçek?!

Yoksulluk, Yasaklar ve de büyük yalanlar?!

"CHP, 24 Haziran'da, rejim tartışması açmayarak doğru yaptı" diyenler, ya yabancı bir istihbarat servis'inin buradaki etki ajanı oldukları için böyle söylüyorlar ya da "veled-i zina" oldukları için böyle konuşuyorlar.

CHP'nin şimdiye kadar yaptığı ılımlı islam ya da Barzan açılım'ından elde ettiği fayda nedir?!

Türkiye adın adım parçalanmaya giderken CHP'nin erkete'de ne işi var?!

Beş vakit namaz'ında olan yazar çizer tayfa tüyü bitmemiş yetim'in hakkına sahip çıkmayacak ise ne işleri var namaz'da hac'da!?

FETÖ'nün varlığını 15 Temmuz'da, Adnan Hoca'nın varlığını NATO zirvesi sırasında hatırlayanlar kaç yıldır iktidar'da?!

Muharrem İnce'nin ödünç oy'larını gerçek kabul edecek olursak, genel başkan olması halinde değişecek bir şey var mı?!

MİT'in yazarı Selvi, AKP içindeki merkez sağ oy'ları İnce'ye akıtmayacak ise kim, kimin zekası ile alay ediyor, hem de ar damarı çatlamış bu ortamda?!

CHP'nin lideri Baykal genel başkan'ken neyin ne kadar değişebildiği ortada!

Hayalci olmamak elzem, her daim ayak'lar yere sağlam basmalı.

CHP, 2010 sonrasında bıyık'ını kesti anladık ama işlevsel olan yön'ünü kesmeye gerek var mıydı, YOBAZ BOP'un ruhu'na uyum sağlamak adına!

Sakal'lıların iktidar'ında, OHAL'i protesto etmek için sakal uzatıp protesto eden akıl da CHP'li ise kim hangi yol'da?!

Bazen şekil önemlidir, bazen içerik, bu tür dönemlerde ise hem şekil hem içerik!

"Radikal Laik" Önder Sav, CHP'den tasfiye olurken nasıl tasfiye edildiği sır değil, karşısında söyleşi yapmak için gelen Akit muhabiri vardı!

Sav CHP içindeki bir uç ise diğer uç da bugünkü oryantalist ılımlı islam sol yapı!

Makul nedir ne değildir, yeniden tanımlanmalı!

Bu kapsamda, CHP'yi, AKP ile mukayese etmek elma ile armut'u mukayese etmekten farksız!

Gazi Mustafa Kemal, referandum'a gidip sorgulasaydı, sandıktan "Laik Türkiye Cumhuriyeti" çıkar mıydı?!
Karabekir gibi bir paşa'nın anlamadığını kaç kişi anlardı?!
Sandık'a gitse yüzde kaç oy çıkardı?!

Birey olmanın, '1 Oy'un ne olduğunu bilmeyen, Avrupa bir şehir adı mıdır, yoksa ülke, kıta vb midir, bilinmeyen, ayırt edilemeyen bir ortamda girilen "medeniyet yol"unda kavramları yerli yerinde kullanmak elzem.

Çağ'ın ruhu, dönemin koşulları her daim önemli.

Demokrasi, "demokrasi karşıtları"nın hayallerini gerçekleştirebilmesi için amaç'a giden yol'da "araç" olarak kullandıkları bir yönetim şekli değildir.

Vatandaş kandırılıyor ise burada kabahat sadece iktidar'da değil, muhalefet, medya, işdünyası vb kim varsa, hepsinde!

CHP'nin içindeki "Avanak Demokratlar" üzerinden yükseldi karşı devrim, karşı darbe!

AKP; Atatürk, İsmet Paşa vb her şeyi tartışıyor, tartıştırıyor ama kendi yanlışları hariç.

İnce'yi arkalayan Ahmet Hakan'ın duruş'u Selvi'den farksız.

Her defasında oyuna gelen kim, CHP içindeki "avanak demokrat"lar!?

Nüans?!

AKP'nin, Akit'çilerin, MİT'çilerin oyun'una gelmek yerine, "CHP, laik Türkiye'nin, medeni dünya'nın nüfuz oy alanını ilerletmeye" bakmalıydı.

Siyasal islam ya da siyasal kürt oy'ları meşru'laştırma ya da o partilere benzeme yarışına girmemeliydi.

Dönem'in şartlarını hiçbir zaman yok sayamazsınız!

Ecevit'in yüzde 42'leri tırmalayan oy'u ekranlarda tekrar edilip durur da, her nedense yıllarca baraj altında kalan oy'ları sorgulanmaz!

"Kıbrıs Fatihi" Ecevit'in final sahnesinde söylediği söz hala kulaklarda:
"Apo'yu neden verdiler halen anlamadım!"

Kaldı ki, Ecevit'in DSP'sinden Erbakan'ın MSP'sine, RP'sine oy geçişkenliği olduğu bir ortamdan bu ortama.

Erbakan/Ecevit'in, 1990'lardaki oy tabanı da benzerdi.

Ne var ki, Önder Sav'ın "radikal laik CHP'si" çok gerilerde kaldı.
Şimdi CHP yönetimi de AKP de aynı menü'yü seçmene pazarlıyor.

AKP, "Jakoben Laik" günlerden kalma bir söylem ile CHP'yi öteleyip seçmenini hep yanında tutuyor, konsolide ediyor!
"Ben gidersem öcü CHP'liler gelir!" alt mesajı.

Mevcut CHP yönetimi ise Erdoğan'dan oy çalabiliriz umut'u ile başörtülü, takke'li seçmen'e şirinlik peşinde!

Oksimoron.

Mevcut CHP duruş'u, Kılıçdaroğlu ya da ince fark etmez, 'karşı darbe'nin değirmenine su taşıyor!

Kılıçdaroğlu, "kontrollü darbe" argümanını ilerletip mesafe almaz ise süreç'in içinde kaybolur, "netice" almak için "somut" adım atmak zorunda!

Rüzgar, bu defa Erdoğan için ters yönden esiyor.

Kaldı ki, salata "çorba" değildir!
Salata'da kullanılan malzemeler de kendine özgüdür.

Soru:
'İttifak'ı ve/veya 'Güçbirliği'ni çorba'ya çevirmek kim ya da kimlerin akıl'ı?!

Salata'da "limon" limon tadındadır, "domates" domates, "salatalık" kibarlık edip havuç'a benzemeye çalışmaz, soğan, maydanoz, nane vb her ne varsa kendi adı ve tadı ile kase'nin içindedir.

Çorba'da ise tüm tad'lar, kullanılan malzemeler dönüşmüştür.

24 Haziran sandığı'nda görüldü ki, ittifak'a katılan partiler'in hepsi kendi adında ve de tad'ında, CHP hariç.

Kaldı ki, uzun zamandır CHP'de "CHP tadı" yok!
Çakma AKP tadı var.
Atatürk adı altında yüceltilen Gülen var, Gökçek var, Nur'cular var.

Yarın Bahçeli "referandum"a gidelim deyip "Halifelik" teklif etse, bu defa da CHP "Halifelik" için mi aday gösterecek?!

Matruşka BOP'ta ve/veya istihbarat savaşları'nda, Almanlar "CHP"yi "İngiliz" diye kod'ladıkları için kişiliği, karakteri ne varsa her şeyi ile oynadılar, oynattılar.

Alman'ın kendi çıkarı için doğru olan Türkiye'nin bekaası için ne kadar doğru?!

Türkiye'nin bekaa'sı, rejim'i adına herkes elini taş'ın altına koymak zorunda!

Real politik'ten kaynaklı o baş'lar zaten İsrail/İran makas'ında!

CHP, "CHP"ye benzesin yeter, kelek karpuz'dan istese de kimse tad alamaz!
--
"Biz Türk’üz, tam manasıyla Türk’üz! İşte o kadar!
Asya için ve Avrupa için bizim konumumuz aynıdır.
Dostlara sahip bulunmak, tam bağımsızlığımızı korumak, her şeyi Türk cephesinden değerlendirmek! Bu gerçekçi görüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nu mahveden ideolojiye tepkidir." Gazi Mustafa Kemal, 1921
--
EY KUL! 

KAPILARDAN GEÇERKEN; 
TÜRKLÜĞÜNÜ UNUTMA, 
NE MUTLU TÜRK'ÜM DEMEK İÇİN.. 
CUMHURİYET'E SAHİP OL, 
DEVLETİNİ SEVMEK İÇİN.. 
HAYATI DOĞRULUKLA KUR, 
DOĞRUYU ÖĞRENMEK İÇİN.. 
İTİMADI KAYBETME, 
İTİBARI KAZANMAK İÇİN.. 
KENDİNİ İYİ TANI, 
CÜMLE ALEME TANITMAK İÇİN.. 
İNSANI SEVDİĞİNİ SÖYLE, 
SEVGİYE ALIŞMAK İÇİN.. 
TOPLULUĞA KENDİNİ ADA, 
SENİNLE OLAN İNSANLAR İÇİN.. 
İŞİNİ, AŞINI, BİLGİNİ PAYLAŞ, 
PAYLAŞANLA OLMAK İÇİN...
Nusret DEMİRAL
--
"Muhterem Milletim'e şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başına taç ettiği adamların kanındaki ve vicdanındaki cevheri asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden, bir an feragat etmesinler...'' Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
--
''Bizler; Gözünde Vatanını, 
Gönlünde ATATÜRK ilke ve İnkılaplarını tutabilen, 
Vicdanında dinini saklayabilen, 
Milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görev yapanlardanız.''
Nusret DEMİRAL, DGM (Onursal) Cumhuriyet BaşSavcısı
--
e-posta ile gönderdiğim tüm demokratik protesto, bilgi, haber, yorum ve sosyal/siyasal içerikli paylaşımlar TC Anayasa'sının;
MADDE 24/3: Kimse, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerin den dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
MADDE 25: Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
MADDE 26: Herkes düşünce ve kanaatlerini; söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.
YGK: Şiddet çağrısı içermedikçe sözlü ve yazılı ifadeler cezalandırılamaz.
Bu düşünceler şok edici bile olsa...
(Yargıtay Genel Kurul Kararı)
Demokratik düşünce ve kanaatlerimin engellenmesi ve/veya şiddet/baskı altına alınması, bu nedenle, "hakkımda olası her türlü anti-demokratik yasal girişimi" TC Anayasası, AİHM ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kapsamında, her türlü yasal haklarım saklı kalmak üzere, peşinen reddederim.

23 Temmuz 2018 Pazartesi

80 yıl önce sansürlenen "Mustafa Kemal ATATÜRK'e ait" orijinal mektup bulundu!.. (Araştırmacı-Yazar Atilla Oral’ın yeni çıkan “Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu” adlı kitabında Atatürk’ün 80 yıl önce Türk Tarih Kurumu’na yazdığı ve birkaç satırı hariç tam metni bugüne kadar hiç yayınlanmamış 21 sayfalık mektubun orijinali yer alıyor.)

80 yıl önce sansürlenen "Mustafa Kemal ATATÜRK'e ait" orijinal mektup bulundu!..
(Gazete HABER-TÜRK, 19.06.201-Bülent Günal)
Araştırmacı-Yazar Atilla Oral’ın yeni çıkan “Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu” adlı kitabında Atatürk’ün 80 yıl önce Türk Tarih Kurumu’na yazdığı ve birkaç satırı hariç tam metni bugüne kadar hiç yayınlanmamış 21 sayfalık mektubun orijinali yer alıyor.
Atatürk’ün 80 yıl önce Türk Tarih Kurumu’na yazdığı ve birkaç satırı hariç tam metni bugüne kadar hiç yayınlanmayan mektubu bulundu! Araştırmacı-Yazar Atilla Oral’ın “Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu’’ adlı kitabında bu şaşırtıcı gerçeğin detayları ve Atatürk’ün sert bir dille kaleme aldığı 16-17 Ağustos 1931 tarihli 21 sayfalık mektubun tam metni ilk kez yayınlandı. Oral, Atatürk’ün Yalova’dan yazdığı mektubun 80 yıl boyunca gizlendiğini, bazı bölümlerinin tahrif edildiğini söyledi:

Atatürk’ün sansürlenen mektubu bulundu.



Atatürk’ün sansürlenen mektubu bulundu
“Mektubun sadece birkaç satırı Türk Tarih Kurumu’nca yayınlandı. O satırlar arasında Atatürk’ün ünlü, ‘Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir! Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. Siz buna razı mısınız?’ cümlesi de yer alıyor. ‘Siz buna razı mısınız?’ cümlesi bile sansürlenip kesildikten sonra Atatürk’ün bu ünlü sözü Türk Tarih Kurumu’nun merkez binasında mermer levhalara kazındı.’’
ATATÜRK ÇOK KIZMIŞ
Oral kitabında mektupla ilgili şu bilgileri veriyor: “(...) Konu ders kitaplarının hazırlanması ile ilgili. Atatürk tarih yazımı için ‘Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni görevlendiriyor. Cemiyet, liselerde okutulacak tarih kitaplarının yazımına başlıyor. ‘İslam Tarihi’ ve ‘Türklerin İslam’daki Yeri’ ile ilgili bölümü ise Mısır’daki ünlü El Ezher Camii ve Üniversitesi mezunu Zakir Kadiri hazırlıyor. Atatürk, Arap milliyetçiliğini ön planda tutan bu bölümlere itiraz ediyor, bazı düzeltmelerin yapılmasını istiyor. Ancak düzeltmeler istediği gibi yapılmayınca adeta ateş püskürüyor.”
MEKTUPTA NELER YAZIYORDU?
“Muhammed’in halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanlar (...) Bir hırka ve bir hurma hikâyesi artık bir insanlık erdemi olarak gösterilmek felsefesi esas tutularak tarih yazılmamalıdır. Bunun gibi Arap ordularının birçok esirlerinden bir köle sınıfı vücuda geldiği bahsedilirken bu kölelerin Türk çocukları olduğu dile getirilerek hangi taraf için ne anlamda bir övünme nedeni arandığını araştırılıp incelenmeden Türk tarihi içine konulmamalıdır. Şüphesiz Türkler çok kahraman evlatlar (...) ilim, sanat ve bilhassa askerlik ve başkumandanlık mevkilerini elde etmişlerdir ve sonuçta Arap imparatorluğu unvanını taşıyan bütün memleketlerde birinci derecede güç ve hâkimiyet sahibi olmuşlardır. En nihayet Muhammed’in halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanları emir ve iradelerine boyun eğdirmişlerdir.’’
'NOTLARI DÜZELTİRKEN...'
“Teyfik Beyefendi! (Dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu) Zakir Kadiri’nin ahmakçasına notlarını düzeltirken bu noktalara dikkat buyurunuz. Sonradan uydurma bir eser meydana getirerek ardından pişman olmaktansa hiçbir eser meydana getirememek beceriksizliğini itiraf etmek daha iyidir. İlim alanında şüpheli olmak, Mısır’ın Camii Ezher’i mezunlarına inanmaktan daha iyidir.’’
ÇÖPTE BULUNDU İDDİASI
Oral, mektubun bulunuş hikâyesini şöyle anlatıyor:
“Beyoğlu Hazzopulo Pasajı’nda düzenlenen kitap ve fotoğraf müzayedelerinin birinde Türk Tarih Kurumu eski Genel Sekreteri Uluğ İğdemir’e ait çeşitli belgeler satışa çıktı. Bu belgeler içinde Atatürk’ün el yazısı mektup sayfalarının yıllar önce çoğaltılmış eski kopyaları da vardı. Belgeleri satın aldım. Dokümanları müzayedeye getiren sahaf arkadaşım belgelerin çöpten çıktığını söyledi.’’
ZAKİR KADİRİ KİMDİR?
Aslen Türkistanlı olan Zakir Kadiri Ugan 1878 yılında dünyaya geldi. Mısır’daki El Ezher Üniversitesi’nde eğitim gördü. Ders kitapları için hazırladığı İslam tarihi ve Türklerin İslam’daki Yeri konularını, Camii Ezher Medresesi şeyhlerinin kabul ettiği Arap milliyetçiliği düşüncesine göre yazınca Atatürk’ü çileden çıkardı.

20 Temmuz 2018 Cuma

MUTLAKA HESABI SORULMALIDIR: "Bu Güne Kadar Bu Şer, Şeamet, Felâket , Terör-Tedhiş ve Soygun-Vurgun Örgütüne "NEDEN VE NİÇİN "Göz Yumdunuz?.. Bunlar gibi, sahada ne kadar insanlık düşmanı "ORGANİZE" örgüt var. Köklerinin kurutulmamasının nedeni ne?..

REZİL BİR FETO SKANDALI DAHA!.. ADNAN OKTAR "ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTÜ" SALTANATI!..
Tek seferde 400 bin liralık alışveriş yaptırıyormuş..
"Bunları, yıllardır kimler idare ve himaye ediyordu acaba?.."
(HÜRRİYET: 20 Temmuz 2018-İpek ÖZBEY)
Adnan Oktar ve grubuna yönelik operasyona ilişkin Emniyet kaynaklarının verdiği bilgiye göre, ‘kedicikler’ olarak bilinen kadınlara her gün düzenli olarak bipolar bozukluklarda kullanılan ve sakinleştirici etkisi de olan lityum hapı verilmiş. Oktar için bir mağazada tek seferde 400 bin liralık alışveriş yapıldığı kaydedildi.

Adnan Oktar ve kedicikleri Tek seferde 400 bin liralık alışveriş yaptırıyormuş. ADNAN Oktar ve grubuna yönelik operasyonla ilgili Emniyet kaynaklarının verdiği bilgiler dikkat çekici. Buna göre, erkeklerde örgütte yükselme kriteri Adnan Oktar’a getirdiğiniz para ve kadınla eşdeğer.
ERKEKLERİN YÖNTEMİ
Ne kadar çok kadın ve para getirirseniz konumunuz o kadar yükseliyor. Bu zengin, yakışıklı erkeklerin hepsinin bir bölgesi olduğu iddia ediliyor. Bilgisine başvurduğumuz polis kaynağı, iş bölümünü şöyle anlatıyor: “Örneğin biri Kanyon’a, biri İstinye Park’a, biri Cihangir’e, biri Bebek’e gidiyor. Kafede oturmaya başlıyor, burada kızlarla tanışıyorlar. Hepsi kendini ilk olarak ‘Zenginim ve aile düzenine çok önem veriyorum. Evlilik dışı birlikteliği zaten istemiyorum, amacım evlenmek’ diye tanıtıyor. İlişki böyle başlıyor, kızı birlikte olmaya ikna ediyor. Beraberlikleri sırasında biri elinde telefonla, sanki içeride bir şeyini unutmuş gibi girip çekmeye başlıyor. Birçoğu ‘Biz evleneceğiz ama ne kadar çok birliktelik yaşarsan cinsel yönden o kadar iyi bir seviyeye gelirsin ve kocanı o kadar mutlu edersin’ diyerek ikna ediliyor. Sonra ev arkadaşına, başka birine derken, kızlar bir sarmala giriyor ve işin içinden çıkamıyor. Çıkmak isteyen ise eldeki görüntüyle tehdit ediliyor. ‘Sen kendinden vazgeçebilirsin ama anneni, babanı, kardeşini, akrabalarını sokağa çıkamaz hale getiririz’ diyorlar.”
ALTIN İPLİKLİ TAKIM ELBİSE
Polis kaynakları, yaptıkları teknik takibe göre, kediciklerin çoğunun gruba tehditle girdiğini iddia ediyor: “Yüzde 90’ı sonra oraya ait hale geliyor. Bir anne var; örgütteyken doğum yapıyor, yedi yaşındayken çocuğunu bırakıyor. On senedir görmüyor. Emniyet güçleri çocuğunun fotoğrafını gösterdiğinde tanıyamıyor bile artık.”
Yine polisin verdiği bilgiye göre; örgütün 200 milyon doları var. Üyeler elde bir çanta dolusu parayla Kanyon’a ya da İstinye Park’a gidiyor. Bir mağazaya girip 300-400 bin liralık alışveriş yapabiliyorlar. Emniyet kaynağı, takip sonucu bir girişte Paşabahçe’den 80 bin liralık alışveriş yaptıklarına bile şahit olduğunu belirtiyor: “Lüks mağazalarda Adnan Hoca’nın vücut ölçüleri alınıyor, o ölçüler yurtdışına gidiyor, dikilip tekrar geliyor. Çizgili ceketlerindeki sarı çizgiler altın iplikle dikiliyor. Adnan Oktar’ın favorilerinden biri ‘Benim tişörtüm yok’ diyor mesela. Erkeklerden biri gidiyor, en lüks mağazadan aynı tişörtten 30 tane alıp geliyor.”
‘BU DA BİR CASUSLUK TÜRÜ’
Casusluk faaliyetinin nasıl yürütüldüğünü sorduğumuz yetkili şöyle cevap veriyor: “Diyelim ki Türkiye arasında bir sorun var. İsrailliler talimat veriyor: ‘Bununla ilgili bir kamuoyu oluştur...’ Sosyal medya zaten ellerinde. Sosyal medyacılara etek dolusu para ödüyorlar. Dergilere, gazetelere istediklerini yazdırıyorlar. Yurtdışında rahip, haham gibi din adamları üzerinde etkileri var. Bir şekilde İsrail’den gelen talimat doğrultusunda o algıya hizmet ediyorlar. Bu da bir casusluk türü.”
YA ZENGİN YA YAKIŞIKLI YA EĞİTİMLİ
“116 eve baskın yapıldı. Dragos adı verilen köşkte yaşayanlar üst kadro ile örgüte yeni kazandırılmış kurbanlardan oluşuyor. Diğerleri aynı FETÖ yapılanması gibi hücre evlerinde yaşıyor. Çalışanlar maaş kartlarını imam bacıya veriyor -ki çok az çalışan var. İhtiyaçları örgüt tarafından karşılanıyor. Kadınların tek başına sokağa çıkmaları yasak. Bankadaki işini bile yanlarında biri olmadan halledemiyorlar.
Gruba dahil olmanın üç şekli var: Ya çok zengin olacaksın, ya çok yakışıklı ya da çok iyi eğitimli. Bu sistemin dışındaysan turnikeden geçmeden örgüte dahil olamıyorsun. Turnike aynı zamanda bir cezalandırma yöntemi. Adnan Hoca kediciklerin o baygın bakışlarını beğenmiyorsa, ‘Bu bana istediğim gibi bakmadı’ diyerek ‘Gereğini yapın’ talimatı veriyor. Kızı turnikeye alıyorlar; ikinci bir emre kadar orada kalıyor. Kedicikler eve girer girmez yeşil reçeteli lityum ilaçları veriliyor ve bunlar düzenli olarak kullanılıyor. Dayak ve aşağılama da bir cezalandırma yöntemi. Şantaj için sadece kedicikler değil eskort kızlar ve yabancı kadınlar da kullanılıyor. Önemli olan o kaydın çekilmesi.”
***
BİR DE BU MESELE VAR: 
"HAVUZ MEDYASININ SAKLADIKLARI!.."
Birgün-CAN UĞUR-canugur@birgun.net, @canugur1987-18.07.2018
Kamu yararına dedikleri sistem: 
Halkın cebinden tarikatlara…
Adnan Oktar ekibine yönelik operasyonun ardından tarikatların iktidarla ilişkisi daha açık biçimde sorgulanırken AKP’nin 15 Temmuz sonrası kendine yakın tarikatlarla ilişkilerini derinleştirdiği biliniyor. Menzilciler, Süleymancılar ve İsmailağacılar devlet desteğiyle ihya ediliyor. İşte tablo…
Adnan Oktar ve ekibine yönelik operasyonun ardından bir kez daha kamuoyunun gündemine gelen tarikat ve cemaatlerin durumu tartışılmaya devam ediyor. FETÖ ile başlayan Furkan Vakfı ile devam süreçte Oktar ekibine yönelik operasyonun son olmayacağı dile getiriliyor. Burada kriterin ne olduğu bilinmiyor. Özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında tarikat ve cemaatlerin AKP’yle kurduğu ilişki daha dikkat çekici bir hal aldı. FETÖ’den boşalan alanlara iktidara yakın tarikatların yerleştirildiği sıklıkla dile getiriliyor.
Tarikatların bir kısmına ‘operasyonlar’ gerçekleştirilirken iktidara yakın duran onunla hareket eden cemaat ve tarikatlar ise adeta ihya ediliyor. Özellikle son yıllarda kamu kaynakları ve kamu kadroları adeta cemaatlerin emrine sunuldu. İktidar çevrelerinin dillendirmeye başladığı ‘yerli ve milli tarikatlara operasyon olmayacak ama diğerleri masada’ biçiminde yansıttıkları tablonun arkasında ciddi bir iktisadi yatırımı yer alıyor.
Yerli ve milli meselesi
Yerli ve milli denilen tarikatları 15 Temmuz sonrasında kamu kadrolarına yerleştirilenler oluşturuyor. Ancak mesele bu kadar basit değil. Tarikat ve cemaatler özellikle 2010 yılı sonrasında kamu kaynaklarını ciddi biçimde kullandı ve kullanmaya devam ediyor.
Türkiye’de iktidarla ilişki halindeki tarikatların hemen hepsinin vakıf ve dernekleri bulunuyor. Neredeyse her tarikatın farklı isimlerle hizmet veren 2 ila 3 tane derneği ya da vakfı bulunuyor. Bu dernek/vakıflar tarikatlar için örgütlenme alanı anlamına geliyor.
Bunun yanında ise tarikatlar için adeta ekonomik bir gelişim alanı. Peki bu nasıl oluyor? Denklem şöyle işliyor: Dernekler ve vakıflar kanunu çerçevesinde tarikatların derneklerine ve vakıflarına belirli muafiyetler getiriliyor. Tarikatların dernekleri bu şekilde ‘kamu yararına dernek statüsüne’ alınıyor. Vakıflar için de buna benzer bir işleyiş söz konusu. Tarikatlara ve cemaatlere ait vakıflar ‘vergi muafiyeti kapsamına alınan vakıflar’ biçiminde tanımlanarak devlete ödemeleri gereken vergilerden muaf tutuluyor. Aynı statüde olmayan dernek ve vakıfların ödediği vergilerin neredeyse birçoğunu bu tarikatlar ödemiyor. Herhangi bir izne tabi olmadan ‘yardım toplama’ hakkına sahip olabiliyor. Yine kamu kuruluşlarının belirledikleri miktarlarda söz konusu tarikatların derneklerine ve vakıflarına ‘yardım’ adı altına para aktarılabiliyor.
Bununla da sınırlı değil
Taşınmazlara ilişkin de önemli düzenlemeler yer alıyor. Tarikatların kamu yararı statüsüne alınan dernekleri, kamu arazilerini gerçek fiyatından çok daha ucuza ya da bedelsiz biçimde kullanabiliyor.
‘Yerli ve milli’ diye sunulan aralarında ismi çocuk tecavüzü ile gündeme gelenden ‘laik cumhuriyeti yıkıp şeriat devleti’ kurmayı amaçlayana kadar birçok tarikatın vakfı ile derneği kamu kaynaklarından bedelsiz biçimde yararlanabiliyor, vergiden muaf tutuluyor. Resmi veriler incelendiğinde İsmailağa Tarikatı, Süleymancılar, Menzilciler ve irili ufaklı tarikatlara ait birçok vakfın vergi muafiyetine tabi tutulduğu görülebiliyor.
Tarikatların listesi
VERGİDEN muaf olan dernek ve tarikatların Listesi ise şöyle:

»Beşir Derneği (Menzilciler)
»Bayrampaşa Yeşil Cami Vakfı (İsmailağa Cemaati)
»İsmailağa Vakfı (İsmailağa Cemaati)
»İsmailağa Cami ve İlim Vakfı (İsmailağa Cemaati)
»İhlas Vakfı (Işıkçılar grubunun)
»İnsan Vakfı (Süleymancılar)
»Hulusi Efendi Vakfı (Nakşibendi Şeyhi Osman Hulusi Efendi tarikatı)
Tarihsel olarak İslami kesimlerin simge kabul ettiği ABD desteği ile bilinen gruplar ise şöyle:
»Birlik Vakfı (İsmail Kahraman, Recep Tayyip Erdoğan gibi isimlerin kurucusu olduğu vakıf)
»Ensar Vakfı (AKP’li kimliği ile bilinen çocuk tecavüzü iddialarıyla gündeme gelen İslamcı vakıf)
»İlim Yayma Cemiyeti (Türkiye’de ABD desteği ile solculara saldırması ile simgeleşen İslami dernek)
»İHH (İslamcı grupların içerisinde yopun biçimde yer aldığı uluslararası cihatçı gruplarla bağı olan vakıf
Şeriatı savunduğunu açık biçimde dile getiren tarikat ve cemaat ilişkileri bulunan diğer gruplar ise şöyle:
»Hoşgör Fatih İlim Araştırma Vakfı
»İhsan Arslan Vakfı
»Hoşgör Fatih İlim Araştırma Vakfı
»İstanbul İlim ve Kültür Vakfı
»Nun Eğitim ve Kültür Vakfı
»Suffa Vakfı
»Ankara Hamiyet ve İrfan Vakfı
»Şefkat Vakfı
»Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı

11 Temmuz 2018 Çarşamba

BİR DEVLET BİTİYOR MU? "Nuray BAŞARAN" Tavsiye eden ve Cumhuriyetçi Demokratlar WEB SİTESİ VE HABER PORTALI'nda yayınlanmasını isteyen: Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

BİR DEVLET BİTİYOR MU?
Nuray BAŞARAN
Yazı başlığını, ‘Bir devlet bitiyor mu?’ diye belirleyince, hemen ardından şunu sormak gerekiyor:

Recep Tayyip Erdoğan 13. Cumhurbaşkanı mı? 
Yoksa 1. Başkan mı?

Bu konuda henüz ne Ak Parti, ne de Tayyip Erdoğan tarafından geliştirilen bir terminoloji yok.

Kuşkusuz bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın TBMM’deki yemin töreninden sonra, yeni dönem resmiyet kazanacak. Belki o zaman da bu sorunun cevabını öğrenebileceğiz.

Şu ana kadar yapılan açıklamalardan anladığımız, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bir değişim sistemi. Kuşkusuz, sıkıntı ve sorun olma noktası ise bu değişimin dönüşüme evrilmesi olasılığıdır.

Peki bu değişimin, dönüşüme evrilmesi ne kadar olası ,ya da ne kadar mümkündür? Devlet aklı bu konuda ne gibi tedbirler almıştır? Sürprizlere açık alan var mıdır?

Bunları önümüzdeki ilk 6 ayda belki ancak hissedip görmek mümkün olabilecektir. Yani bunun için zamana ihtiyaç vardır. Bunu izleyerek öğrenebileceğiz.

Peki bir devlet hangi şartlarda biter? Ya da Türkiye Cumhuriyeti’ndeki değişimin sinyallerini nasıl okumalıyız? Tehlike alanları nelerdir? Aslında neler olmaktadır?

Bu sorulara cevap verebilmek için bölgemizde ve küresel alandaki gelişmelere de bakmak mecburidir.

Aslında bu soruları sorarken kendi , ‘ paranoya mı yapıyorum. Yoksa bu soruları sormak ve olumsuz alanları aramak yanlış mı doğru mu olur’ diye de kendimi sorgulamadım dersem yalan olur. Ancak aydınların görevi de bu noktada başlamaktadır.

Elbette SSCB nasıl dağıldıysa, Yugoslavya nasıl dağıldıysa, Irak nasıl parçalandıysa, Suriye nasıl parçalandıysa, Katalonya üzerinden Avrupa’ya 14 devlet geliyorsa, Condoleezza Rice’ın açıkladığı projede 22 ülkenin sınırlarını değiştirmek planlanıyorsa, ABD Genelkurmay Başkanı , ‘Ortadoğu’da 7 devlet parçalanacak’ diyorsa; o zaman mevcut devletler düzeninin devam edemeyeceği ve siyasi gelişmeler sonucunda devletlerin çökmek, dağılmak ve de parçalanmak gibi durumlarla karşı karşıya olduğu da ortadadır.

Bu çerçevede eğer Katalonya İspanya’dan ayrılarak bağımsız hareket edebilecekse, diğer Avrupa ülkelerinin de parçalanmasını gündeme getirecektir.

Bu aşamada Türkiye ; (Avrupa ve Asya arasında bir ülke olarak ) Avrupa’daki demokratik değişim sürecinin getirdiği dağılma ile ve de Asya Kıtası’ndaki sıcak çatışmaların ortaya çıkardığı parçalanma tehlikeleri ile karşı karşıyadır.
Tam da bu noktada; Türkiye’de köklü bir Anayasa değişikliği ile devlet modelini değiştirmek, Atatürk Cumhuriyeti ortadan kalkıyormuş gibi bir durum ortaya çıkarmaktadır.

Küreselleşme sürecinde tüm dünya ülkeleri tekelci şirketler üzerinden baskı altına alınıp yönetilirken , böyle bir tehlike tüm devletleri tehdit ederken, Türkiye’de köklü bir Anayasa değişikliği ile değişime gerek var mıydı? Belki öncelikle tartışmamız gereken konu tam da budur.

Elbette Başkanlık sisteminin ülkemiz açısından getireceği avantajları da göz ardı etmek mümkün değildir. Ancak bölgeden başlayan ve neredeyse tüm dünyaya yayılan bugünün karmaşası, bu avantajları ne kadar mümkün kılacaktır?

Genellikle bütün devletler, tarih boyunca kargaşa ortamında dağılmamak için mevcut yapılarını korumaya öncelik verirler. Dere geçerken at değiştirilemeyeceği gibi, karışıklık dönemlerinde devlet yapısı da değiştirilemez.
Türkiye’nin uluslararası konsensüsün ortadan kalktığı bir dönemde, bir devlet yapısını değiştirmeye kalkması , ciddi bir tartışma konusudur. Ve bugünden itibaren bu süreci yönetmek de bir o kadar zordur. Özetle bu süreci yöneteceklerin önünde bir ‘Sırat Köprüsü’ vardır. Ve bugün açıklanacak bakanlar kurulunda kimlerin olacağı ve hangi ehliyetlerinin olduğu da bu nedenle çok çok önemlidir.

Öte yandan devlet teorisine göre, devletler kurallarla büyürler, genişlerler ve belli bir zaman dilimi içinde güçleri en üst noktaya gelince de durağan bir döneme girer -gerileme ve çöküş dönemine sürüklenirler. Bunun en iyi örneği de bizim için Osmanlı İmparatorluğu’dur.

Osmanlı 700 yıl yaşamıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise 70 yıl sonra bugün böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmıştır. Peki neden? Neler olmuştur? Neler olmaktadır? Neler olabilir? Nelere dikkat etmek mecburiyetimizdir? Yarın devam edeceğim.
***
Kaynak: BİR DEVLET BİTİYOR MU? - Nuray Başaran

9 Temmuz 2018 Pazartesi

Keyfi, hoyrat ve kaba, kısaca KHK Banu Güven (Milliuyet İnternet & © Deutsche Welle Türkçe)Gazeteci Banu Güven hafta sonuna ve yakın geleceğe damga vuracak KHK'ları DW Türkçe için yazdı.

Keyfi, hoyrat ve kaba, kısaca KHK
Banu Güven
(Milliuyet İnternet & © Deutsche Welle Türkçe)

Bursa’da, kırmızı ışıkta beklerken otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda yaralanan, tedaviye alındığı hastanede dün gece beyin ölümü gerçekleşen ünlü tatlıcı 38 yaşındaki Fatih Karaman’ın iki böbreği, nakli bekleyen hastalara umut oldu. Ailesinin izniyle Karaman'ın alınan iki böbreği, Çanakkale’ye gönderildi.Ünlü tatlıcının beyin ölümü gerçekleşti: 
Organları umut oldu. 
Dünkü Resmi Gazetede yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile hakkında kapatılma kararı verilen yayın organları arasında bir televizyon da yer aldı. Kapatılan Avantaj TV, geçen yıl vefat eden Dr. Ömer Coşkun’un ürünlerinin pazarlaması yapılıyordu.KHK ile kapatılan o televizyon kanalı bakın kimin çıktı. OHAL altında yayınlanan son KHK ile 18 bin 600'den fazla kişi kamudan ihraç edildi. Gazeteci Banu Güven hafta sonuna ve yakın geleceğe damga vuracak KHK'ları DW Türkçe için yazdı.
OHAL'in son KHK'sı ile birlikte ihraç edilen kamu çalışanı sayısı 125 bin 800'ü geçti. Bu sayının içinde ihraç edilip sonra görevi ve hakları iade edilen yaklaşık 3 bin 800 kişi yok. Son KHK listesi de oku oku bitmiyor. "Bu kadar KHK'nın ardından hala ihraç edilecek bu kadar asker ve polis kaldı mı" diye düşünüyor insan.
Cemaati ayıklamak bahanesiyle Kürt meselesine dair farklı yaklaşımı olanlar da potaya girdi yine. Barış imzacısı akademisyenler ayıklanmaya devam edildi. Son KHK ile üç basın kuruluşu daha kapatıldı. Daha önce fiilen kapatılan Özgürlükçü Demokrasi, Kürtçe yayınlanan Azadiya Welat ve İstanbul'da yerel bir gazete olan Halkın Nabzı.
Kürt meselesinde KHK'larda kullanılan kriterler malum. Cemaatçi olmakla suçlananlar nasıl tespit ediliyor pekiyi? Bir meslektaşımın gözüne takılmasa koca listede atlayacağım bir sayfa bu konuda ipucu veriyor. Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü'nden 5 kişinin ihraç edilme gerekçeleri nasıl olduysa listeye girmiş. Bu gerekçeler arasında "Bylock, Emniyet, Okul ve Sosyal Medya"nın yanında "Kurum Kanaati" ifadesi dikkat çekiyor. Son derece sübjektif ve keyfi olabilecek bir kriter değil mi bu?
OHAL döneminde hayatını bu endişeyle geçirdi kamu görevlileri. Okumak için köylerinden çıkıp şehre giden, burada da cemaatin yurtlarından başka yerde kalma şansı olmayan her birey olağan şüpheliydi. Bir de çalıştığın kurumda sana takan olduysa, yandın.
İşte bu yüzden onbinlerce kamu görevlisi Cuma gecesinden başlayarak Resmi Gazete'nin web sitesinde KHK bekledi. Onbinlerce kişi aynı anda bilgisayar karşısında, ya da elinde telefonuyla, OHAL'in son Kanun Hükmünde Kararnamesi'yle işinden olup olmadığını öğrenmek için uğraşıyordu. Resmi Gazete tarihinde belki ilk kez bu kadar çok tıklandı. Saat saat artan ziyaretçi sayısı geceyarısından sonra 100 bini aştı.
Bu durum bazıları tarafından tatlı bir heyecanmış gibi haberleştirildi. CNN Türk'ün "Resmi Gazete'ye KHK ilgisi" Tweet'i hakikati yamultmak konusunda övgüye değerdi. Haberin içinde sadece şu iki cümle vardı: "Gecenin ilerleyen saatlerinde sitede anlık ziyaretçi sayısı yüz binin üzerine çıktı. Başbakan Binali Yıldırım tarafından bu gece açıklanacağı ifade edilen KHK, Resmi Gazete'nin sitesini ilgi odağı haline getirdi."
Tweet'in altındaki yorumlar ise şöyleydi: "Bu nasıl haber dili, insanlara endişe hakim. Turizm haberi ya da Tarkan konseri mi bu?" "40'ların başında Almanya'da yayın yapıyor olsaydınız "Toplama kampları vatandaştan büyük ilgi gördü" manşeti de atardınız." "Kafa buluyorlar binlerce insan binlerce çocuk eş işsiz, mağdur olmak üzere! KHK ilgisi diyor!"
O gece başka bir KHK geldi. Karşılarına çıkan, Cumhurbaşkanının meclis genel kurulunda yemin etmesi ve sonrasında kabinesini kurmasına ilişkin bir kararnameydi. Ertesi gün öğlen saatlerinde 25 bin kişi Resmi Gazete'nin web sitesine çökmüş 700 nolu KHK'yı bekliyordu. Ama akşam yayınlanan bu KHK'dan da sadece Erdoğan çıktı.
Yalova Kaplıcaları da Cumhurbaşkanı'nda
700 nolu KHK ile herşey Erdoğan'a bağlandı desek yanlış olmaz. Yalova Termal Kaplıcaları'nın idaresi bile. Mesela kaplıca bölgesinde inşaat için tahsis edilecek ya da yabancılara verilecek arsaların dağıtımı İcra Vekilleri Heyeti kararıyla değil, artık Cumhurbaşkanı kararıyla olacak.
Askerlikte ihtiyaç fazlası yükümlülerin nasıl değerlendirileceğine de o karar verecek, özel güvenlik bölgelerinin ilanına da. Köy korucularına ilişkin şartlar onun hazırlayacağı bir yönetmelikle değişecek, soyadı kanununu uygulayan yönetmeliği de o düzenleyecek. İthal veya ihraç edilen ölçü ve ölçü aletlerinin muayenelerine ilişkin usul ve esaslar da ondan sorulacak, çeltik ekimine dair kanunun uygulanması da.
Bütün bunlar önümüzde teker teker yazsa da, tümünü kavramak zor. İçinde sonuçları itibariyle kritik öneme sahip yetkiler de var, neden ona verildiğini çözemeyecekleriniz de. Tek bir adam bütün bu işleri nasıl kontrol edebilir, tabii orası bir bilmece.
Bu uzun KHK'da göz gezdiren kamu personelinin Resmi Gazete mesaisi ancak ertesi sabah sona erdi. Web sitesini çökerten 100 binden fazla ziyaretçiden yaklaşık 19 bini kötü haberi Pazar günü aldı.
"Hadi bakalım, hadi ikileyin"
İnsanın "Benim de ismim var mı" korkusuyla bilgisayar başında KHK beklemesi ne garip şeydi. Acaba Son Başbakan bu konuyla ilgili de bir "espri" de yapabilir miydi? Mesela "Resmi Gazete'nin tirajını artırdık. Yeni amiral gemisi Resmi Gazete" deyip üzerine gevrek gevrek gülebilir miydi? Şürekâsı da aynı şekilde gülerek onu alkışlar mıydı? Aynı Türkiye İhracatçılar Meclisi'ndeki konuşmasında bir dönemim sonuyla dalga geçercesine sarfettiği "Biz dükkânı kapattık. Koltuk elimizde kaldı" sözlerinin ardından yaptıkları gibi.
Binali Bey'in kafası rahat tabii. Ailesinin gemileri, off shore şirketleri ve ömür boyu alacağı maaşı sayesinde işsiz kalmak onun için ancak bir şaka olabilir. Bu nedenle kendini o buz gibi esprilerden alamıyor.
Habertürk Gazetesi'nin cuma günü son kez basılı olarak yayınlanması üzerine hiç çekinmeden "Birini kapattık, biri kaldı" diyebildi mesela. Soruyu yönelten muhabirler, "Ama 400 arkadaşımız işsiz kaldı" deyince de "Onlar da bizim gibi işsiz kaldı" cevabını yapıştırdı.
Binali Yıldırım kendisini izleyen muhabirlere veda ederken başka inciler de saçtı. Önce "Aklımızda bir şey kalmasın diye Başbakanlığı da götürüyoruz. Dolayısıyla sizler de benim gibi işsiz güçsüz vaziyete düştünüz" dedi. Sonra da Çankaya'nın kapısında fotoğrafını çeken gazetecileri "Hadi bakalım, hadi ikileyin" diyerek gönderdi.
Bütün bunlar istisnasız bütün haber sitelerinde "Binali Yıldırım kendine has esprili üslubuyla" nitelemesiyle yayınlandı. AA'nın Editör Masası'nda "Sizi çok zorlayan, girmeseydik bu işe dediğiniz proje oldu mu?" sorusuna gevrek gevrek gülerek verdiği "Hangisini söyleyeyim yani, hoşuma gitmeyen proje 15 Temmuz" cevabı da es geçilmemeli. İçinde "15 Temmuz" lafı geçen herhangi bir cümlenin ardından nasıl gülünebilirdi? Benim içim dışım buz keserken, o masanın etrafında oturanların da Yıldırım'a kahkahalarla eşlik ettiğini duydum.
Bu iktidar 16 yılını işte böyle geride bıraktı. Bu hafta resmen yürürlüğe girecek olan Yeni Türkiye düzeni de bu hoyratlık, izansızlık ve keyfilik üzerine kurulacak.
Banu Güven
Hazırlayan: Banu Güven
//(Milliuyet İnternet & © Deutsche Welle Türkçe)

5 Temmuz 2018 Perşembe

{HaberPOSTA} KIBRIS CUMHURİYETİ-Ahmet Kılıçaslan Aytar, Yurtta Barış, Dünyada Barış felsefesinden savruluşun getirdiği sevimsiz "Osmanlı tokatı" ile "Amerikan şamarı" mücadelesinde perde açılıyor!.

KIBRIS CUMHURİYETİ 
Ahmet Kılıçaslan Aytar
Donald Trump​, serbest rekabet yoluyla "Amerikan ​D​üşü" ne geri dönme​yi​ taahhü​t​​ etti ve ABD Başkanı oldu.
​Bir yanda gelişmiş ve istikrarlı ülkeler​, diğer yanda emperyal küreselleşmeyle henüz bütünleşmemiş istikrarsız​ devletlerin;
​ABD ekonomisine yeniden yatırım yapmasını sağlama​yı,​
O sırada Pentagon ve CIA' yı bugünkü işlevlerinden Ulusal Savunmaya geri getirmeyi öngördü...
Bunun için uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekilmesi, eski düzeni belirleyen hükümetlerarası yapıları tasfiye etmesi ve "Ticaret Savaşları"nı başlatması gerekiyordu...
*
Önemli jeopolitiğe haiz Türkiye'de ise R.T. Erdoğan hiç bir kısıtlama olmaksızın gücün zirvesine ulaştı.
Artık ​MHP'nin aşırı milliyetçiliği ve kendi İslami gündemiyle daha güçlü sosy​o- ekonomik politi​ka​​larla O​rta Doğu ve Balkanlarda pek çok ülkede etkili olabilecektir.
Onu Kürt topluluğuna boyun eğdirmekten ve temel insan haklarından mahrum etmekten alıkoyacak hiçbir şey yoktur.
Mutlak iktidarın elde edilmesi​ için kara listeye aldığı her birey​i​ ve kurum​u​ da büyük bir azim​le tahrip edebilecektir...
​*​
​O neo-Osmanlı gündemini takip ededursun; ABD ve müttefik​i​​ A​B ülkeleri​ de​ Ankara ile ilişkilerini yeniden gözden geçir​iyor.
Çünkü mutlak diktatörlük altında Batı'nın en önemli savunma örgütünün üyesi olarak nitelendirilen Türkiye;
Hem ABD, AB ve NATO için çok ciddi bir sorun hem de Ortadoğu ve Balkan ülkelerinin istikrarsızlaşmasının amilidir.
​Şimdi Başkan Trump'ın öngörüsü ile ​Batı​'nın​ Türkiye'ye karşı sıfır tolerans uygula​yacağı, acımasız ve yozlaşmış bir liderin​;
​Avrupa ve Orta Doğu'daki Batı çıkarlarını baltalama​sına izin verme​yeceği bir sürece girilmiş;
İşte Türkiye'nin Kıbrıs politikaları müzakere masasına getirilmiştir...
*
3 Temmuz'da BM, Kıbrıs'la ilgili iştişareleri yürütmek üzere üst düzey yetkili J.Holl Lute'i "Kıbrıs Özel Danışmanlığı" görevine atamıştır.
Aynı gün ​Avrupa Parlamentosu​'da​ (AP) Türkiye R​a​portörü Kati Piri,
​"Geçen yıl Venedik Komisyonu'nun raporunun ardından, son anayasa değişikliğinin olduğu gibi hayata geçirilmesi halinde Türkiye'nin AB'ye katılım müzakerelerinin formel biçimde askıya alınması çağrısında bulunacağımızı söylemiştik. Ne yazık ki o noktaya gel​dik. Bu anayasa yürürlükte kaldıkça ve Türkiye​'​de temel haklar, insan hakları, azınlık hakları konusunda mevcut şartlar devam ettikçe, dürüst olmalı ve ilişkimizin bu şekilde hiçbir yere gidemeyeceğini görmeliyiz'' ​ifadesiyle,​​
AP​'nin​ Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakarelerinin askıya alınmasını talep e​deceğini açıklamış bulunuyor...​
*
​Ardından ​Türkiye'nin A​B'den vize muafiyeti alarak vatandaşlarının Schengen ülkelerine vizesiz seyahat edebilmesi için görüşmeler sür​mekteyken​,
Kıbrıs Rum Kesimi, Çarşamba günü Strazburg'da onaylanan, AB Polis Teşkilatı (EUROPOL) ve Türk emniyet makamları arasında terörizme ve organize suçlara karşı işbirliğini öngören​;​
"Kişisel verilerin transferi konusunda müzakerelerin başlayabilmesi için Türkiye'nin, Kıbrıs Cumhuriyeti de dahil, tüm AB üyeleri ile adalet ve içişleri alanlarında yatay sorumluluklarını tam, etkili ve ayrımsız bir şekilde yerine getirmesinin ön koşul olduğu önemle ifade edilir" maddesini yürürlüğe koyuyor...
*
Göçmenler konusunda AB için hayati önemi olan "Geri Kabul Anlaşması"nı Türkiye'ye tam olarak uygulatabilmenin tek yolu eş zamanlı olarak vize muafiyeti sağlamak iken;
Şimdi Türkiye'nin Rum kesimini "Kıbrıs Cumhuriyeti " olarak tanıması ve tam işbirliği yapması için bu veri transferi kriteri AB müzakerelerinde ön koşul olarak belirleniyor...
*
Aslında Başkan D.Trump'ın " ABD emperyalizmini; sermaye ihracı yaparak kapitali​st​ tekellerin​ ve mali sermayenin egemenliğin​in​ ​ku​rulduğu,
​Sonuçta d​ünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşıldığı ve tüm kaynakların en büyük kapitalist güçler arasında bölüşümünün tamamlanmış olduğu bir aşamadan,
"Amerikan Düşü"yle kendi ulusal ekonomisini geliştirmek için ulusötesi egemenlerin çıkarlarını terk etme siyaseti olanca hızıyla yürüyor...
*
Bir süredir Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail Doğu Akdeniz'de Tamar ve Leviathan bölgesi doğalgazını Avrupa'ya ulaştırmak için AB ile görüşmekteydi.
Enerji güvenliği ve AB'nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesine katkı koyacak ortak çalışmaların ileri götürülmesinde anlaştılar.
İsrail'in doğalgazını dünyaya satabilmesi için ya komşu ülkelerin mevcut boru hatlarını kullanması,
Ya da İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan'ın offshore sahalarının bağlanmasıyla oluşturulacak Doğu Akdeniz Boru Hattı ile gazın Yunanistan üzerinden diğer Güney Avrupa ülkelerine ulaştırılması öngörüldü.
Rantabl olan Türkiye'deki mevcut boru hatlarıydı...
*
Bu noktada Türkiye, ayrıca Yunanistan ile arasındaki Ege Denizi ekonomik alanında;
Karasuları ve kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmaları kapsayan deniz yetki alanlarının belirlenmesi:
Belli coğrafi formasyonların hukuki statüsü:
Ege'deki statükoyu belirleyen anlaşma hükümleri çerçevesinde bu formasyonlar üzerindeki egemenlik aidiyetinin belirlenmesi,
Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliği ve Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesi sorunları yaşıyordu.
*
Mesela Türkiye, halen 1960 Ankara Anlaşması'nın yol açtığı Kıbrıs, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan Garanti Anlaşması'nda diğerleri gibi garantör sıfatı taşımaktadır.
Ankara Anlaşması, Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini garantiliyor.
*
İşte Garanti Anlaşması'nda 1.maddesi; "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder" biçimindedir.
Rağmen Rum Temsilciler Meclisi'nin Şubat 2010'da tüm dünyada tanınmayı sağlamaya yönelik aldığı, AB'ye üye bir devlet olan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'nde garantiler ve garantörler düşünülemez kararı;
Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB ve BM üyesi bir ülke olmasına yol açmıştır!
*
Doğrusu, Rumlar geçmişte bunun gibi bir çok konuda Garanti Anlaşması'nı delmekte deneyimli ve mahirdirler...
Nitekim Rumlar uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için müzakere sürecinde kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direniyor.
Halbuki Rum egemenliği kabul etmek Kıbrıs sorununun ortadan kalkması, 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarı anlamına geliyor.
Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a birleştirilmesini yani ENOSİS'i amaçlıyor...
*
Bugün Rumlar, Birleşik Kıbrıs için siyasi mülkiyet konusunu "Türkiye'nin Kıbrıs'ta İşgalci" olduğu noktasına taşıma gayretindedir.
Mütemadiyen Türkiye'ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alana taşıma ve askıya aldırma çabasını sürdürüyor.
Buysa, garantörlük bahsinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilmesi: Garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılması:
Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşların müdahil olmasının adımlarının atılmakta olduğu anlamına geliyor.
*
Şimdi Başkan Trump'ın öngörüsü ile ​Batı​'nın​ Türkiye'ye karşı sıfır tolerans uygula​yacağı,
Acımasız ve yozlaşmış bir liderin​ ​Avrupa ve Orta Doğu'daki Batı çıkarlarını baltalama​sına izin verme​yeceği bir sürece girilmiş,
Ve Türkiye'nin Kıbrıs politikaları müzakere masasına getirilmiştir.
Bundan böyle Kıbrıs'ta Türklerin siyasi eşitliği ve Lozan Anlaşması'nda Türk-Yunan dengesi;
R.T.Erdoğan üzerinden Türkiye'nin asla kazanamayacağı bir al-ver müzakeresi konusudur...
*
"Yurtta Barış, Dünyada Barış" felsefesinden savruluşun getirdiği sevimsiz "Osmanlı tokatı" ile "Amerikan şamarı" mücadelesinde perde açılıyor... 6. 7. 2018