22 Ocak 2019 Salı

YILMAZ ÖZDİL’İN KİTABI ÜZERİNE YENİDEN: "MUSTAFA KEMAL, “ATATÜRK” OLMUŞTUR! DÜNYA DA O’NU “ATATÜRK” BİLİYOR!" Prof. Dr. Özer Ozankaya, ADD Kurucu Üyesi ve 4. Genel Başkanı

YILMAZ ÖZDİL’İN KİTABI ÜZERİNE YENİDEN:
MUSTAFA KEMAL, “ATATÜRK” OLMUŞTUR! DÜNYA DA O’NU “ATATÜRK” BİLİYOR!
Prof. Dr. Özer Ozankaya
ADD Kurucu Üyesi ve 4. Genel Başkanı

‪Sayın Yılmaz Özdil’in Atatürk üzerine kitabının, şimdi de büyükçe paralar karşılığında, demek ki belli başlı kurumlar ve büyük para sahipleri için 1881 tane özel baskısının yapılması kamuoyunda konuşuluyor.
‪Bu nedenceyle ben de sayın ÖZDİL’in kitabına yöneltmiş olduğum ve temel önemde gördüğüm iki eleştirimi değerli facebook dostlarımla bir kez daha paylaşmak istiyorum:
‪Çünkü Atatürk’ü anlatan bir kitabın asıl bu iki temel noktadan irdelenmesi gerektiği düşüncesindeyim:
‪1- Atatürk’ü anlatmayı amaçlayan bir kitap, “Atatürk” adını öne çıkarmıyorsa, bu temel bir yanlıştır.
‪Biliyoruz ki, Osmanlı asıl dayanağı olmasına karşın, Türk’ü “Kaba Türk, cahil Türk” diyerek aşağılayıp ezip geri bırakmıştı. Hristiyan dünyası da Türk’ü düşman bilip saldırı hedefi yapmıştı. Atatürk ise,bu iki saldırganı da yenip Türk ulusunu EVİNİN EFENDİSİ YAPTI. Kendi adına “TÜRK” adını katmakla da, Türk ulusuna duyduğu derin saygı ve sevgiyi dile getirip onun özgüvenini ateşlemiş, kendisine ve dünyaya O’nun gibi nice büyük kişilikler yetiştirmiş olduğunu anımsatmıştır.
‪BOP eşbaşkanı AKP yöneticilerinin de Osmanlı goygoyculuğu yapıp “TÜRK” adını ağızlarına almadıkları şu ortamda, ATATÜRK’ü anlatmak isteyen bir kitap, bu adı O’ndan esirgemekle, bilmeden, hem sömürgeci Batının, hem yeni Osmanlıcıların Türk düşmanlığına odun atmış olmaktadır.
‪Çin’e, Japonya’ya dek olaştırılacak ölçüde maddi destek gören ATATÜRK konulu bir kitabın, bu adı başlığından esirgemesi, o yüce insanın kendi adında Türk adını bilinçli olarak yüceltip tüm insanlığın saygısına ulaştırma amacına da aykırıdır kanısındayım.
2. ‪Sayın Yılmaz Özdil’in kitabının ikinci bir temel önemdeki eksiği de, Atatürk’ün başarılı uygulamasını da yaptığı DEMOKRATİK EKONOMİK DÜZEN modeline yer vermemesidir. Oysa dünyamızın bugün içinde kıvrandığı bunalım, tam da ekonomik demokrasi eksikliğinden ileri geliyor. Atatürk ise, hem kapitalizmi, hem de sosyalizmi demokrasinin temel ölçütleri açısından geride bırakan demokratik devletçilik modeliyle bir UYGARLIK TASARIMI sahibi olmuştur. SÜMERBANK, ETİBANK ... adları da, Türk adıyla dünyaya ekonomik demokrasinin başyapıt değerindeki örneklerini ortaya koymuşlardı. Atatürk, kapitalizmi eleştirirken, önce devletin ekonomiyle DOĞRUDAN ilgilenmesinin zorunluluğunu dile getiriyor, çünkü “en etkili silahtan daha etkili bir silah olan parayla, yani ekonomi ile ilgilenmeyen bir devletin, en başta gelen ulusun bağımsızlık ve özgürlüğünü sağlama görevini de yerine getiremeyeceğini belirtiyor ve kapitalizmin hangi yıkıcı zararlaryla karşılaşılacağını açıklıyordu. Bu bağlamda, kapitalizmin, “Emek sahiplerinin emeklerinin haklı karşılığını alamadığı, tekelciliğe yol açan, kamu yararının gerektirdiği mal ve hizmet üretimlerini sekteye uğratan bir düzen” olduğunu vurgulayarak reddediyordu. Atatürk sosyalizmi eleştirisine ise, “bireysel girişimin ekonomik etkinliklerin ana kaynağı olarak kalması, devletin ekonomik etkinliklerini bireylerin yerine geçecek ölçüye vardırmaması getektiğini” belirterek başlıyor ve sosyalizmi “Bir toplumu, bir bölüm insanlarının istencine zorla tutsak etmek ve cılız bağımlılıar durumunda yaşatmak” olarak niteliyor ve “doğal ve akla uygun bir düzen değildir” diyerek reddediyordu. İşte Sayın Özdil’in Atatürk’ü anlatan kitabının en temel iki yanlış ve eksiği kanımca bunlardır. Asıl bu bedenlerle eleştirilmeli ve düzeltilip tamamlanması istenmelidir.
Lutfen Bakınız: Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı: Mustafa Kemal'i "ATATÜRK" Yapan Uygarlık Tasarımı, CEM Yay.

8 Ocak 2019 Salı

EKŞİ SÖZLÜK (sorgu) CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR 1.Demokrat Parti vs Cumhuriyetçiler Demokratlar...

EKŞİ SÖZLÜK (sorgu: 02 Ocak 2019) CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR
1.Demokrat Parti vs Cumhuririyetçiler
Cumhuriyetçiler geri kafalıdır, demokratlar aydınlık yüzü temsil ederler. Türkiye de bu roller hep değişmektedir. Bunun sebebi de, Türkiye de demokrat ve cumhuriyetçi siyasetçilerin olmamasıdır. Varsa da seslerini çıkaramamalarıdır. Ayrıca liberal düşünenler vardır ki, kendilerini nereye koyacaklarını bilemezler. a.b.d nin türkiye e ithal ettiği sorundur bu. (05.07.2004-20:46 jimi the kewl) 
2. Amerika'nın kazanan hepsini goturur seklindeki politik sistemi yuzunden olusan iki parti. İkisinin de politika üretme sistemi aynıdır. Mümkün olduğunca geniş kisimlara hitap etmek. Ücuncu bir parti baslangicta orjinal ya da marjinal politikayla oy kazanmaya basladigi zaman o politikalari bir sekilde sahiplenmeye calisirlar ve ucuncu parti icin manevra alani birakmazlar. Disaridan insanin demokrat partiye daha tercih etmesi normaldir, cumhuriyetciler genellikle ic bolgelerde ve biraz guneyde (ki genelleme yapilarak buralari dini imaninda hristiyanlarin bol oldugu, muhafazakar ve xenophobic denilebilecek insanlarin yasadigi) bol oylar toplar, daha militarist ve daha at gozluguyle bakarlar olaylara. (06.07.2004-00:20, quantum computer programmer)
3. Demokratlar işsizliği düşürüp enflasyonu yükseltirler. Cumhuriyetçiler işsizliği yükseltip enflasyonu düşürürler. Hiç şaşmaz. (29.05.2006-08:24, matarama su koy)
4.  Türkiye sartlarina uygun olarakCumhuriyetçiler sagi, Demokratlar da sagi temsil eder. turkiye'de sol mu var.? (18.05.2007-21:11, guru)
5. Türkiye sartlarina uygun olarak cumhuriyetcilerin bir kismi sosyal demokratken bir kismi da demokratik sol’dur. (bk: yok aslında birbirimizden farkimiz) 18.05.2007-mat couthon 
6. Demokratlar, liberal geleneği temsil etmekle beraber, aslında avrupa'da ortanın solu olarak bilinen sosyal demokrasi çizgisine yakındır. Cumhuriyetçiler ise muhafazakar geleneğin temsilcisi olarak avrupa sağının hem milliyetçi, hem muhafazakar, hem de dindar geleneğini kendi içinde toplamış gibidir. Cumhuriyetçilerin içinde, ekonomik konulardaki serbest piyasacı geleneğe ve devletin mümkün olduğu ölçüde küçülmesini öngeren ilkelere bağlı olup, sosyal konulardaki bağnazlığını paylaşmayan, hatta bu konularda liberallerden daha da ileri olan bir kesim de mevcuttur ki bunlar da liberteryen geleneği temsil ederler ve yer yer avrupa anarşizmine yakın olan unsurları vardır.
Demokratların içinde de hem devletin sosyo-ekonomik konularda oldukça etkili olmasını savunan, güçlü sosyal devlet geleneğine bağlı, hem de devletin emperyalist politikalarına karşı görünen, avrupa sosyalizmine yakın unsurlar vardır. Genel anlamda iki partinin, popüler amerikan siyaseti içindeki çizgisine bakacak olursak, ikisi de aynı bokun kahverengisi gibidir adeta ama iki parti içinde de sağlam adamlara rastlamak mümkündür tabii. (15.01.2012-14.34, ianism) 
7. Akapeyle, Cehapenin amerikanvari versiyonlarıdır. Aynı bokun sarılarıdır. (15.01.2012-14.41, istem disi kas hareketi) 
8. Dünyanın herhangi bir yerinde bir karışıklık çıktığı vakit; Demokrat parti barış gücü askeri, Cumhuriyetçi parti ise deniz piyadesi gönderir. Aralarında pek de bir fark yoktur yani. Demokrat partiyi; tamamen barış yanlısı, liberal, özgürlükçü ve savaş karşıtı olarak tanımlamak yanlıştır. Zira Harry s. Truman denen cani de bir demokrat partilidir. Kendisi neden canidir diye sorarsanız; Bir kitap yazacak kadar malzeme çıkar sanırım. Japonya'nın atom bombası ile vurulması, soğuk savaşın başlatılması, cia'nın kurulup, muhaliflere ve abd yanlısı olmayan rejimlere karşı kullanılması hep bu herifin eseridir. Yani demem o ki; Bu herifler aynı bok. Ha cumhuriyetçi ha demokrat. Sonuçta hepsi abd emperyalizminin ve gaddarlığının yılmaz savunucular. Aradaki istisnalar da ne yazık ki bu gerçeği değiştirememiştir. (04.07.2013-01:29, punkrock1907) 
9. Petrol şirketi oyununda belli zamanlarda çıkan logodur. (04.07.2013-01:30 nynaevee) 
10. Cumhuriyetçiler chp'ye, demokratlar ise ak parti'ye birçok yönden benzetilebilir. (31.08.2015-11:25, kederli bir seyir) 
11.Müzikal açıdan da tabanlarının uyuşmaları pek mümkün gözükmüyor.
http://www.publicpolicypolling.com/...y2musicpoll.pdf (12.09.2015-11:06, sanver) 
12.Cumhuriyetçiler fil figürü ile sembolize edilir, demokratlar eşek figürü ile. (bkz: democratz) (bkz: republicans) 10.02.2016-17:07, amc.press) 
13. Bir üçüncü dördüncü parti çıkmadığı sürece formalite icabı farklı oldukları düşünülen devlet tiyatro oyun toplulukları.. (01.05.20117-01:20, siella) 
14. DP'nin ana söylemi “yeter söz milletin” olmuştur. CHP'nin jakobenizm (fransız) etkili “halka rağmen halk için”e dayalı elitist halk ideolojisine karşılık DP ancak “halka mal olmuş, inkılapları muhafaza eden” elit ve bürokratik kesimden çok, halkla daha çok diyaloğa sahip bir parti olmuştur. Milletvekillerinin özelliklerinden de görülebilir. Halkla oya dayalı ilişkisi nedeniyle de DP popülist politikaları da sık sık uygulamıştır. DP'nin varlığı oya dayandığı için popülizm ve patronaj ilişkilerine dayanmıştır. CHP'nin meşrutiyeti (tek partili zamanda) kurtuluş savaşı'na, Atatürk’e ve devletin varlığına dayandığı için halkçılık ideolojisi popülist olmamıştır. DP'nin söylemleri için “halkın gittiği yere kadar devrimci olmalı”, “halk dalkavukluğu” yakıştırmaları da yapılabilir. CHP ve DP'nin parti programları çok farklı değildir. Ancak “laikliği dinsizlik olarak algılamaz.” sözü daha sonra bazı uygulamalarda da gözükeceği gibi din konusunda Atatürk devrimlerinden bazı tavizler verme sonucunu doğuracaktır. (05.07.2017-15:52,crewer) http://www.politico.com/...d-political-cliches-072896 (bkz: democrats fall in love republicans fall in line) 08.09.2017, sanver 
15. Bu gunun durumunu az cok biliyoruz da tarihlerine baktiginizda tam tersi durumdaki partilerdir. Guney demokrattir, kuzey cumhuriyetci. bu degisim surecindeki onemli olaylar amerikan ic savasi, buyuk buhran, ve yurttaslik haklari hareketidir. ic savas oncesine gidersek amerika'da cumhuriyetci parti diye bir parti yoktur. Whig party ve demokrat parti vardir. demokrat baskan jackson'in yerli iskân yasası ile kizilderililerin evlerinden etme hareketi guneyin irkciliginin baslangici sayilir. İc savasa dogru kuzeyde baslayan kolelik karsiti hareketler whig parti icindeki bir grubun ayrilip cumhuriyetci partiyi kurmasina yol acar. lincoln baskan olur, guney bize bay bay konfederasyonu kurduk der ve ic savas cikar. savastan kuzey galip cikinca, reconstruction era da cumhuriyetci parti yavas yavas zengin agalarin partisi haline gelmistir. Bu siralarda kuzey guneyi adam etmeye calisir ama zenginler bir yandan da bastirir yeter gayri biz kazancimiza bakalim, guneyin derdi bizi yermesin diye. guneydeki siyahilere karsi irkci ve saldirgan olusumlar (kkk) bu doneme denk gelir.
Bir yandan da demokrat partideki ilerici grubun sesi yukselmeye baslar.
Aslinda iki partide de vardi bu ilericiler ama demokratlardakiler daha iyi becerir. Biri (devlet) bunlara artik dur desin, bu zenginlik boyle gitmez, biraz da halk zenginlessin gorusu o gunlere dayanmaktadir. Neyse ekonomide isler tikirinda ilerlediginden fazla aksiyon olmaz o donemde, ta ki 1920'lerin sonunda buyuk buhrana gelinceye kadar. buhrandan kurtarmak icin is basina gelen demokrat roosevelt ilericilerin devletcilik goruslerini aksiyona dokmus (new deal), federal regulasyonlari arttirmis, sosyal guvenlik kurumunu kurmus, devlet harcamalarini buyutmustur. Cumhuriyetcilerin devlet harcamalari dussun, devlet ufalsin gorusu o gunlerden beri suregelmektedir.
50-60’lardaki siyahi haklari hareketinde ipler iyice kopmus, demokrat baskan johnson'in yurttaslik haklari yasasini imzalamasiyla yavas yavas bugunku konuma gecilmistir. Zamanin demokratlari, guneyli beyazlar cumhuriyetci partiye kaymis, liberaller, siyahiler demokratlara gecmistir. Bu tarihsel degisimden oturu cumhuriyetciler demokratlara hep bok atar. Irkcilik sizden cikmadir derler, kkk'yi siz kurdunuz derler, koleligi siz savundunuz derler. ama bugune baktiginizda (ozellikle guneye) yer degistirmis iki parti vardir. gelecek ne gosterir bilinmez ama tarih tekerrurden ibarettir dendigine gore kim bilir bundan 50 yil sonra belki yine guneyli demokratlari konusacagiz.
EKŞİ SÖZLÜK (27 Aralık 2018)
https://eksisozluk.com/demokrat-parti-vs-cumhuriyetci-parti--965725?p=1

16 Kasım 2018 Cuma

10 Kasım real politik?! "Hayrullah Mahmud Özgür/Cüneyd Şaşmaz" Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Mahir Kaynak'ın Kızı Deniz Ülke Arıboğan, - ATATÜRK Günümüz Türkçesi ile ifade edecek olursak, "Çok kutsal, mukaddes" midir!?

10 Kasım real politik?!
Hayrullah Mahmud Özgür
Cüneyd Şaşmaz 
Soru şu:
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ecnebice'siyle (Almanca'ya Lüksemburg üzerinden girmiş şekli ile) söyleyecek olursak; "sakrosankt" mıdır!?
Günümüz Türkçesi ile ifade edecek olursak, "Çok kutsal, mukaddes" midir!?
Nitekim...
Açık seçik söyleyecek olursak; ilahi dokunulmazlık seviyesinde kutsallığa sahip midir?!
El cevap:
Hayır!
Öyle olmuş olsa, istihbarat artığı kalem'ler sabah'tan akşam'a küfret(e)mezdi.
Kaldı ki; herkes Mustafa Kemal'i sevmek zorunda değil!
Ne var ki, "saygı" şart.
Ki...
Şu saat'ten sonra, "Saygısızlık" yapanı çıktığı deliğe sokarlar.
Neden, niçin, niye?!
Konjonktür değişti.
İhtimal odur ki, kayan eksen'den mülhem, 2019'da bazı kelle'ler aramızda olmayacak.
Zira...
Fransızcası ile ifade edecek olursak, devir "Largeur"a yani genişlik'e uygun değil!
Tam Türkçesi ile söyleyecek olursak, "aşırı hoşgörü, tepkisiz kalma" dönemi sona erdi.
Almancası ile söyleyecek olursak, "Vorrecht" yani "ayrıcalıklı ve başkalarından önde olma hakkı" el değiştirdi.
Hasılı:
Siyasal Laik bir çizgi "Büyük Resim" kapsamında yükselişte.
Ezcümle:
Mustafa Kemal Atatürk her daim "Plus ultra"!
Şahika'daki Türk, Atatürk.
https://hayrullahmahmudozgur.blogspot.com/2018/11/plus-ultra-veveya-pas-lekesi-nasl-ckar.html
Soru şu:
Laik'lik evrensel mi yerel mi?!
El cevap:
Laik'lik evrensel bir doğru.
Hakikat!
1786'da Fransa üzerinden yükselmiş ama Fransız değil!
1776, ABD.
Yani?!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkçülük'ü de laik'tir, milli'dir, aynı zamanda yereldir.
Günümüz kavramı üzerinden söyleyecek olursak, "Glokal"dir.
Hem global hem de yerel!
Nüans?!
Soru:
İslamiyet, evrensel midir yoksa yerel midir?!
El cevap:
Evrensel'dir.
İslam, Allah'ın dünya'yı değil, yetmez, kainat'ı yönettiği sistem/yazılım'ın adıdır.
O zaman, İslam'ı Arapça'ya ya da Arap'ın zekasına, Laik'liği Fransızca'ya ya da Fransız'ın zekası'na indirgemenin ne manası var?!
Medeni devletler seviyesi aşılacak ise fasit daire'den çıkmak elzem.
Nüans?!
Mustafa Kemal'in Türkiyesi, İslam'ın emrettiği hiçbir evrensel değer'le uğraşmadı, hurafeleri içinden ayıkladı.
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i, Laik'liğe içinde yaşadığımız dünya'nın gözü ile "ulusal" bir pencere açtı.
Demem o ki:
Devir, A'yı B'ye bağlama devri.
Demem şu ki:
Aynı şeyleri tekrar ederek farklı sonuçlar elde etmek mümkün değil ise evrensel değerleri ıskalamadan, dünyada genel kabul görmüş doğruların ışık'ında, İslam'a da Laik'liğe de özde ve/veya "saf" yani "milli dokunuşlar" yapmak mümkün.
Hasılı:
Dönem'in zor şartları içinde, Osmanlı'nın bakiyesini her türlü provokasyon'a, isyan dürtüklemelerine rağmen, aynı çatı altında tutmayı başarmış ise Gazi, Milyon'da 1'ler olarak biz'ler de, neden olmasın?!
Ezcümle:
Geçmiş'ten her şey alınır, bugün'ün sorun'ları için kopya çözüm alınmaz!
Demirel'in deyişiyle "Dün'ün güneşi ile bugün'ün çamaşırları kurutulmaz!"
Bugün'ün sorunlarını çözmek için çağ'ın ruhu'na uygun düşen stratejik akıl elzem.
Geçen gece HT'de, Büyük Sorular'da, (Mahir Kaynak'ın kızı) Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan vardı.
Yeni kitap'ı "DUVAR"ı anlattı.
http://denizulkearibogan.net/duvar/
Kitap'ı okumadım ama ekran karşısından dikkatle dinledim.
(Dünya tarihinde benzeri var mıdır bilmiyorum, kendi sesine dublaj yapan programın sunucusu müdahale etmese, daha da akıcı bir sohbet olabilirdi.)
Bu çerçeve'de birkaç katkı notu:
Prof. Arıboğan, "II. Dünya Savaşı'na akan süreç'ten farklı bir tablo yok" diyor.
"II. Dünya Savaşı çıkmadan önce de kimse çıkacağını tahmin etmiyordu", diye de ekliyor.
Yani?!
İçinden geçmekte olduğumuz zaman diliminde olduğu gibi durumu var.
Hal böyleyken:
1. Duvar'dan anlaşılması gereken, medeniyet duvarı!
Daha açık ifade ile söyleyecek olursak, Deniz Hanım'ın anlatımını, 2002'de Çırağan'da konuşma yapan Clinton'un "2 milyar dünyalı" argümanı üzerinden yorumlamak mümkün!
ABD'den Rusya'ya enerji bazlı güvenlikli otoyolu!
2. Duvar'ın önünde yani Batı Roma içinde CIA Gehlen Rothschild iletişim zinciri var.
Duvar'ın öte tarafında yine Rotschild'ın yönlendirdiği Doğu Roma istihbarat'tan mülhem ayak'a kaldırılan Çin var.
Çin, Afrika, Avrupa vb olmak üzere, Batı ile her yerde kafa kafaya rekabet'te!
Yeni duvar'ı, "Çin Seddi"nin yerine Çin'e karşı sed/duvar diye okumak da mümkün!
Sanayi 4,0 da Çin'in ucuz işgücüne verilen bir başka cevap.
3. Karşıt'ı olmadan hiçbir güç pozisyon'unu koruyamaz ise yeni dönem'de Çin, komünist Rusya'nın yerini alıyor, ABD'ye, AB'ye, ezcümle Batı Roma'ya karşı!
Putin ise Almanya üzerinden yeni süreç'in enerji tedarikçisi!
4. II. Dünya Savaşı'na akan süreç'te "Duvar", "future/gelecek" film'lerinde olduğu gibi, "Batı" ile The Others yani "Diğerleri"nin arasına çekiliyor!
Meksika ile araya çekilen duvar, Suriye ile araya çekilen duvar vb.
Yani, Dünya içinde yeni bir dünya ya da Roma yeniden inşa ediliyor.
Doğu/Batı Roma vb.
Büyük resim'de kaos'tan çıkması istenen, beklenen enstantane!
Ortak değerlere sahip yeni dünya düzeni!
5. Felsefeciler, tarihe geçmiş filozoflar, dünya tarihine yön veren dönem'in mutfak'larının aşçıları ise günümüz kordüğüm'ünün çözümü, 1776, 1789 değerlerinin içinden yükselmekte olan kozmik akıl'da saklı!
Türkiye bu çerçeve'de kararını verecek, hangi dünya'nın içinde yerini alacak?!
Osmanlı eksi dünya'ya aitti tarih oldu.
Laik Türkiye Cumhuriyeti yeni dünya değerlerinin içinden yükseldi!
6. Post modern harp kapsamında Batı'nın içinde istihbarat savaşları yaşandı, teröristler de taşeron şiddet işçisi.
Med Mezir kapsamında, Trump, Neo II. Dünya Savaşı'na akan süreç'i temsil ediyor.
Çözüm enerji bazlı sulh'ün yüksek matematiği üzerinden gelecek.
Küre'nin kilit taşı yine Anadolu, Türkiye üzerinde çatılacak.
7. Deniz Hanım, emeklilik günleri için sakin bir Ege kasabasına yerleşmekten bahsetti, zımnen Urla dedi.
İngiltere'de yapılan toplantı kapsamında, Rus istihbaratının açtığı sahte hesaplar üzerinden yönlendirilmek istenen ve aşırılığa kaçmaya müsait gençliğe, süreç'e dikkat çekti.
Siber savaşı anlattı.
Sinek büyüklüğünde dron'lar ile yapılan suikastler vb ise Türkiye'nin savunma anlamında geriden geldiğinin altını çizdi.
Batı CD kullanırken, VCD fabrikası açmak gibi ya da renkli televizyona geçildiğinde siyah beyaz tv fabrikası kurmak gibi, akıllı telefon vb.
Hasılı:
Sorun belli.
Çözüm belli.
A'dan B'ye ne kadar sürede varılacağı ise "ortak akıl"da saklı!
Voltran elzem.
Ezcümle:
“Sadelik; karmaşanın en son noktasıdır!”
Leonardo da Vinci
https://hayrullahmahmudozgur.blogspot.com/2018/11/voltran-veveya-hangi-duvar-kime-duvar.html
Hayrullah Mahmud Özgür & Cüneyd Şaşmaz 

1 Kasım 2018 Perşembe

Cumhur Başkanı: "T.C. gidecek, A.Ş. gelecek" (TC INFORM-24 MART 2015 SALI) Gazeteci, Siyaset Bilimci, Araştırmacı-Yazar: Mustafa Nevruz SINACI

T.C. gidecek, A.Ş. gelecek!.. (Gazeteler: 24 MART 2015 SALI)
Mustafa Nevruz SINACI

Fikri sefalet, kara cehalet, menfur hırs ve ihtiraslarının zebunu; Adil, saydam ve dürüst olmaktan aciz, zavallı, “güdümlü kifayetsiz muhterislerin” tavan yaptığı ülkemizde çok garip, acayip ve tuhaf şeyler olmaya başladı. Meselâ; Yunanistan 2004 yılından bu güne 16 adamızı fiilen işgal etti, Genelkurmay dut yemiş bülbül gibi sessiz! Şanlı TSK (!)’nın gık’ı çıkmıyor.
Şer, şeamet, fesat ve tefrika ehlinin Kobani dedikleri Ayn El Arap’ta, her ne hikmetse Türk Bayrağı dalgalanıyor. Güneydoğu’nun neredeyse tamamında Türk askeri kışladan, Türk polisi karakoldan dışarı çıkamıyor. Buna mukabil eşkıya her yerde hâkim, anarşi, terör, tedhiş, zulüm, işkence, soygun, vurgun bölgede alçakça kol geziyor. Buralarda devlet yok. Hükümet, idari merci, adalet, özgürlük ve güvenlik adeta eşkıya ya emanet! Tam bir rezillik bu, insanlık dışı kepazelik ve utanç!.. Üstüne üstlük, bölgede hükümetin gücü, başta elektrik olmak üzere; Doğalgaz, su, internet ve telefon bedellerinin tahsiline yetmiyor. Batı’da yaptıkları gibi ‘baskı, icra-i takiple, ihbarla icbar etmek ve hizmeti kesmek’ yerine; İnsan hakları, adalet ve hukuka aykırı biçimde “namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu” Batı Anadolulu vatandaştan haksız tahsil cihetine gidiyorlar. Bunlar Devletin ve hükümetin yapacağı işler değil!..Çok ayıp ve kolaycı.
AMA NE YAZIKKİ MUHALEFET YOK!..
Memleket adeta saldırganların, arsız, hırsız, yolsuz ve soysuzların serbest bırakılarak; Jandarma, asker, polis, hâkim ve savcı gibi adalet, hakkaniyet ve güvenlik unsurlarının “darp edilerek bağlandığı” biçimi tuhaf bir görünüm arz ediyor. Adil ve güçlü, haklılardan yana bir Anayasa akamete uğratılmış vaziyette, eskisi dâhil “en yeni, torbadan taze çıkmış yasalara” dahi uyulmadığı oluyor. Adalet, hakkaniyet, hukukun üstünlüğü, meşru özgürlük ve güvenlik, yedi’den yetmişe, doğudan batıya, bütün vatan satını şamil (kapsayan) bir eşitlik yok. Meselâ, Memurlar, işçiler ve emekliler arasında “Eşit işe eşit ücret” kuralı bitti. Hükümet erk’inin “hüküm ve hikmet” ehliyeti icabı olması zorunlu “Maaş, hak ediş ve ücretler arasında norm ve standart birliği” yok. Üretici-tüketici arasında (serbest rekabet ilkeleri korunmak kaydıyla) idame ettirilmesi zorunlu; “Aracı, tefeci ve komisyonculara %5 ile azami %20’den fazla kâr imkânı vermemek” suretiyle ana unsurların korunması ilkesi göz ardı edilmiş durumda!..
Hâsılı devletin düzeni bozuk, hükümet ayar tutmuyor, muhalefet mel’un; Vatandaşın kahir ekseriyeti çaresiz; korkutulmuş, bastırılmış ve sindirilmiş vaziyette. İslâm ülkesi desen değil; zira hak, adalet ve hukuk yok. Cumhuriyet, Demokratik, Lâik Hukuk devleti hiç değil; Çünkü en başta memlekette etkili, güçlü ve belirleyici muhalefet, halka ait-halka dayalı kitle partileri, siyasi ahlâk ve siyasette “insan hakları, hukuk, eşitlik ve demokrasi”den eser yok.
İşte, tam da bu ortamda memleketin Cumhur Başkanı RTE (16 Mart 2015, Sözcü) yıllardır, “acaba ne zaman baklayı ağzında çıkaracak” kabilinden beklenen lâfı söyledi:
“T.C. gidecek, A.Ş. gelecek…” Haber başlığı aynen şöyle, metin aynen aşağıda:
“T.C. gidecek, A.Ş. gelecek (16 Mart 2015, Sözcü) RT Erdoğan'ın Balıkesir'de yaptığı konuşmasında "Türkiye anonim şirket gibi yönetilmeli" sözleri tepkilere neden oldu. Erdoğan, Başkanlık Sistemi’ni anlatırken ülkeyi bir “anonim şirket” gibi yönetmek istediğini ifade etti. Balıkesir’de konuşan Erdoğan şunları söyledi;
“TÜRKİYE ANONİM ŞİRKET GİBİ YÖNETİLMELİ”
“Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemini geçmişten bu yana söyledim yine söylüyorum. Bu sistemde ısrar etmek milletimize haksızlık! Yeni Türkiye sizlerin Sivil toplum örgütlerinin işadamlarımızın ellerinde yükselecek. Sizden istirhamım Yeni Türkiye, Başkanlık Sistemi ve yeni anayasayı her fırsatta millete anlatın. Bir Anonim Şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen... 400 milletvekili verdiğiniz zaman, yeni anayasa yapılacak ve başkanlık sistemi gelecek.”
SARAY’INDAKİ PERSONEL SAYISINI ŞİMDİDEN KATLADI
Ülkeyi şirket gibi yönetmek isteyen Recep Tayip Erdoğan daha şimdiden Saray’ındaki çalışan sayısını 2 bin 700’e çıkardı. Abdullah Gül döneminde bu rakam 718′di…
PEKİ, ANONİM ŞİRKET NEDİR?
Anonim şirket, (daha açık, sarahatle anlaşılabilir, gerçek ve net anlamda Aile Şirketi) sermayesi belirli ve paylara bölünmüş ve borçlarından dolayı yalnız mal varlığıyla sorumlu olan şirkettir. Tamamı esas sözleşmede taahhüt edilmiş bulunan sermayeyi ifade eden esas sermaye 50.000 Türk Lirasından ve sermayenin artırılmasında yönetim kuruluna tanınmış yetki tavanını gösteren kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş bulunan halka açık olmayan anonim şirketlerde başlangıç sermayesi 100.000 Türk Lirası’ndan aşağı olamaz. Bu en az sermaye tutarı Bakanlar Kurulunca artırılabilir. Anonim şirketin kurulabilmesi için pay sahibi olan bir veya daha fazla kurucunun varlığı şarttır.”
DAHASI VAR
Ülkemiz ve dünyada anim şirketler, genellikle bir aile, organize grup veya belirli bir maksada matuf olarak seçilmiş zümreler tarafından “kazanç paylaşmak amacıyla” kurulur. Bu gün için anonim şirketlerin tamamına yakın bölümü, dünyada (7 veya 12) kız kardeşler denilen, küresel/evrensel, bütün sektörlere egemen kapitalist-emperyalist vampirlerin elinde veya emrindedir. Bunlara çok uluslu canavarlar denilir ki, hemen hepsi mevcut pek çok dünya devletinden daha etkili, zengin, yaptırım ağırlıklı ve güçlüdür. Dolayısıyla anonim şirketlerin idaresi sahiplerinin de elinde değil, bahusus yeryüzü keneleri, sülük, vampir ve domuzlarının güdümündedir. Gayrisi hakkında yorum sizin!.. Ama medeni siyaset, adalet ve demokrasinin gereği olarak: Devletler bünyesinde, devletin/milletin, hükümetin, HALKIN emrinde, millete tabiî ve vatandaşların huzur, mutluluk ve zenginliği için çalışmak koşuluyla muhtelif şirketler kurulabilir. Ama asla bir devlet şirket gibi düşünülemez ve şirket gibi yönetilemez!..
MUHALEFET ROLÜNDE
İŞBİRLİKÇİ ŞEBEKELER!..
Mustafa Nevruz SINACI
Şimdi düşünüyorum da, eğer 1946-1950 CHP’sinin karşısında tarihi-kadim Demokrat Parti olmasaydı, bu gün Türkiye Cumhuriyetinin hali, her halde Somali’den farksız, Mısır’dan beter, belki de (CHP’nin devrimciliği, müzmin solculuğu ve SSCB hayranlığı nedeniyle vaki) Rus özentisinden dolayı, Afganistan’dan beter olurdu! Nedeni şu: Çok küçük istisnalar hariç olmak üzere bu gün Türkiye, tam da CHP’nin 1940’larda, 50’lerde durduğu yere dönmüştür.
Türk inkılâbı ile ülkemizde kurulan “medeni siyaset”in (Cumhuriyet) ruhunda, özünde var olan “terakki (gelişme/yükselme, muasır medeniyet seviyesini aşma) sisteminin” tam tersine işleyen gericilik/irtica ve yobazlık budur işte! Şu hale nazaran Türkiye, mevcut durum, konum ve düzeyi itibarıyla; Varisi ve/veya bakiyesi olduğu Osmanlı Devleti, diğer bakiyeleri olan çakma devletlerin ekseriyeti ve özellikle Türk İnkılâbına nispetle başarısız; İslâm formu esasıyla dikkate alındığında ise çok az gelişmiş ve çok geri kalmış bir haldedir!..
SEBEP: Şüphesiz Cumhuriyet, adalet, demokrasi ve lâiklikteki samimiyetsizliktir.
SİYASETTE SULTA, CUNTA, İRTİCA, DİKTA VE YOBAZLIK
Türk siyaset tarihinin onuru, şerefli ve soylu yüz akı Demokrat Parti, sinsi ve emrivaki bir kararla katılmak zorunda kaldığı 1946 seçimleri hariç; Bilumum yerel ve genel seçimlerde ‘teşkilât yoklaması’ yapmış.; İstisnasız bütün adaylar bizzat ‘partiye kayıtlı ve herhangi bir aidat borcu olmayan’ üyelerin katılımıyla, tek etkili, yetkili ve yegâne belirleyici Ön Seçim yöntemi ile belirlenmiştir. Ki bu, insana saygı, demokrasi, hak-adalet, eşitlik, hukuk ve ahlâka saygının açık, net, mert ve tek göstergesidir.
Parti İçi Demokrasi’nin teminatı, çimentosu ön seçimdir.
Resmi, yasal ve Hâkim teminatlı “Ön seçim” yapılmayan partide demokrasi;
İnsan hakları, adalet, eşitlik ilkesi, hukuk da yoktur!.
Ön seçim millet için bir hak, parti üyeleri için zorunluluk, parti yönetimi içinse ahlâki, hukuki ve insani bir görevdir. Ön seçim yapmamak, açık hali ve tabiriyle “Kitle Partisi” değil, şahıs teşekkülü, siyasi şirket veya harici iştiraklerle güdümlenen organizasyonlar anlamı taşır.
Her ne kadar mevcut yasal düzen ve cari mevzuat itibarıyla kerhen “mubah” olsa dahi, esasta aday yoklaması, merkez yoklaması, temayül yoklaması gibi ad’larla yapılan sözde aday tespit, aslında atama ve re’sen tayin usulleri ahlâki, insani, olağan, kabul edilebilir ve normal değildir. Bu uygulamalar halktan kopukluğun, millete rağmen siyaset yapmanın, güdümlü bir siyasi organizasyon olmanın ya da vesayet, tasallut, sulta, cunta ve dikta gibi insanlık dışı kara ve karanlık mihraklara dâhil bulunmanın işaretidir. Sebebi de: Halka güvenmemek, insanlara inanmamak ve bilhassa milletle devlet aleyhine bazı işler çeviriyor olmaktır. Aksi takdirde ön seçim yapmak açıklığın, şeffaflığın, saydamlığın, namuslu-dürüst, demokrat olmanın yegâne göstergesidir. Ayrıca demokrasi, adalet ahlâkı, eşitlik ilkesi ve evrensel hukukun gereğidir.
Öyleyse ÖN SEÇİM yapmayan partiye oy vermek ne kadar doğrudur?
Millete güveni ve saygısı olmayana, millet ne kadar inanıp güvenmelidir?
Çünkü “Ön Seçim” yoksa mutlaka “organize işler”, karanlık dehlizler ve kapalı kapılar ardında menfur, çirkin ve ahlâk dışı pazarlıklar vardır.
Ancak, 2820 Sayılı siyasi partiler kanunu ile kanun gereği 07 Haziran 2015 Seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu tarafından hazırlanıp yürürlüğe konulan Seçim Takvimi’ne göre.; 29 Mart 2015 Pazar günü yapılacak “yargı gözetimi ve hâkim teminatlı ön seçimler” için, seçime girme hakkı bulunan kaç parti resmen başvurdu dersiniz?
YASAL ÖN SEÇİM İÇİN BAŞVURAN TEK PARTİ CHP!..
İster inanın ister inanmayın, ben 20 Mart 2015 Cuma günü önce İnternet ortamında uzun bir araştırma yaptım. Bulduklarıma inanamadım. Sonra saat: 18.00’de Yüksek Seçim Kurulu’ndan teyit aldım. Buna göre: 298 sayılı Kanun'un 19., 2820 sayılı Kanun'un 41/(a) ve Yüksek Seçim Kurulunun 2 Şubat 2015 tarihli ve 112 sayılı kararı ile kabul edilen "Siyasi Partilerin Önseçim veya Aday Yoklaması Yöntemleriyle Aday Tespitine İlişkin Usul ve Esaslar Gösterir 125 sayılı Genelge"nin 6. maddesinin (b) bendi uyarınca, 29 Mart 2015 Pazar günü yapılacak resmi, yasal, açık, dürüst ve demokratik “ön seçimde” sadece CHP, (maalesef o’da örgütlü İllerin tamamında değil, sadece % 85’inde) ÖN Seçim yapacak.
Bunda; CHP içinde çok akılcı, onurlu, sorumlu ve güçlü bir “demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk mücadelesi” veren; “Parti İçi Demokrasi, Ülke İçin İktidar Topluluğu ve Bileşenleri”nin çok etkili, olumlu ve sorumlulukla icra edilen önelmiş derecede rolü olduğunu sanıyorum. Bu vesileyle mezkür grubu içtenlikle tebrik ediyor, kutluyor ve bütün partilerde böyle inançlı ve bilinçli grupların oluşmasını diliyorum. (*)
BU, MİLLETE YAPILAN BÜYÜK BİR HAKSIZLIKTIR
Bilindiği üzere, seçime katılma hakkı bulunan 31 parti var. Bunlardan kaçının aday gösterip seçime katılacağı şimdi belli değil. Ama şu an belli olan tek şey: CHP hariç olmak üzere.; Seçime fiilen girecek diğer partilerin tamamının millet iradesine saygısız, başta demokrasinin nezih ilkeleri olmak üzere: Adalet, hukuk ve eşitliğe aykırı biçimde keyfi aday belirleme veya kendi menfur emel ya da muhtemel çıkarları doğrultusunda memur, uşak, kul, köle veya maraba atamadır…
ÜSTELİK DEMOKRASİ AYIBI VE HUKUKUN UTANCI
Şu hale ve manzaraya rağmen siyasi partiler asla ve kellâ “Demokrasinin vazgeçilmez unsuru” olamazlar. Ön seçim yapanları tenzih ederek söylüyorum; Olsa olsa, Türkiye’de hak, adalet, eşitlik, demokrasi, insan hakları ve hukukun utancı olurlar. Memleketin hali de bunu açıkça gösteriyor zaten. Usulen muhalefet rolü oynamaya ve yalancıktan muhalefetmiş gibi davranmaya çalışan halk düşmanı, Lânetli kesime bir diyeceğim yok. Fakat, adında “adalet” yazılı sözde “iktidar” partisine de yazıklar olsun!..
(*) BASIN AÇIKLAMASI
(Sayın Cengiz Önal Tarakçıoğlu’na teşekkürlerimle)
Parti İçi Demokrasi, Ülke İçin İktidar Topluluğu ve Bileşenleri olarak, yaklaşan Genel Seçimler’de aday belirleme süreci için Ön Seçim yöntemini siyasal ve ahlaksal bir zorunluluk olarak görüyor ve savunuyoruz.
Başlangıçta yadırganan ve ön yargılarla karşılanan bu ilkemiz, üye tabanının ve örgütlerimizin geniş desteği ile Genel Merkezimiz’ce de kısmen benimsenerek uygulamaya konmuştur. Hatta başlangıçta karşı çıkanlar bile bu yöntemin partimizi diğer partilerden ayıran en önemli fark, demokratik bir standart olarak savunmaya ve övmeye başlamışlardır.
Ancak, bu önemli bir adım olmakla beraber yeterli değildir. Partimiz’de yıllarca ve defalarca Milletvekili olanlar, Parti olanakları ile siyaset yapabilen ve kendini rahatça tanıtabilen Parti Meclisi (PM) üyeleri, Partinin en üst kademesini oluşturan MYK üyeleri, Genel Başkan Yardımcıları’nın çoğu ve Genel Sekreter bile ön seçimden çekinerek merkez yoklaması ile yani kendi oyları ile kendilerini ön sıralara yazdırma kolaylığına ve ayıbına kaptırmışlardır…
Bu ayıplı durumdan kendini koruyup ön seçime katılan Genel Başkanımız, MYK ve PM’nin bazı üyelerini kutluyor bu sebeple tüm MYK ve PM üyeleri ve Milletvekillerimize örnek olmasını diliyoruz. Henüz vakit varken onları da aynı siyasal ahlak ilkesine uymaya ve bu büyük ayıptan kurtulmaya çağırıyoruz.
Ülke içinde AKP’nin hak ihlallerine ve gasplarına karşı çıkan Partimiz, kendi içinde bu kadar büyük hak ihlallerine ve siyasal gaspa izin vermemelidir.
Kontenjan hakkı parti içine dönük kullanılmamalıdır. Bilgi birikimi ve deneyimi ile Partimiz’e katkı koyacak, konusunun uzmanı kişiler ile yapılacak seçim ittifakları için kullanılmalıdır. Saygılarımızla...
CUMHURİYET HALK PARTİSİ
PARTİ İÇİ DEMOKRASİ,
ÜLKE İÇİN İKTİDAR GRUBU
ANKARA, 20 MART 2015
***
ÖNERİ, YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKILAR:
Sayın Sibel Hanım, Mustafa Nevruz Sınacı Bey bir politikacıdır. Elbetteki söylediklerinde doğruluğu olan ifadeleri de vardır. Lakin Tayyip Beyin bu ifadeyi kullanırken gerçekte niçin kullandığını, yani devletin içinde bulunduğu bürokrasiyi azaltarak işlevselliğini artırmayı anlatını ve kastettiğini evlatlarını tanıdığı gibi bildiği halde eski alışkanlığından olsa gerek seçim sathı mahalline girmiş ülkemizde yeni politik manevra denemeleri olduğunu siz de adınızı bildiğiniz gibi düşünebilirsiniz. Bu kadar açık bir beyanı dahi, tekeden süt çıkarma gayreti ile servise verip politik havayı haşlama gayretini ne millet ne de reel sektör yemiyor artık, haberiniz olsun. Biz mahallelerde ve sokaklarda milletin söylemlerine şahit oluyoruz. Bunu paylaşmak isterim. Siz de hevesle bu yazıyı yaydınız ama, milletin son yıllarda ne dediğini veya ne demek istediğini anlamaya gayret etsinler. Gün geçtikçe yaş da ilerliyor. Germek yerine, yol gösterici olmak daha kıymetlidir. İddia ediliyorsa, hikmetli olmak da bunu gerekli kılar. Siz nerde yaşıyorsunuz, bilemiyorum ama Sayın Sınacı bunu bilir.
Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Ali YÜCEL, İBB (İstanbul Büyükşehir Belediyesi)
*
Ali bey,
Politikacı Tayyip Erdoğan veya Kemal Kılıçdaroğlu veya Devlet Bahçeli ve çevrelerindekilere denir. Mustafa (Nevruz Sınacı) bey ise siyaset bilimcidir.
Aradaki fark çok büyük ve açıktır. Ama tam olarak anlamayabilirsiniz. Tıpkı benim sizin son yazınız olan “Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.” lâfını anlamadığım gibi...
Arapça, Farsça karışmış. Osmanlı vari, tekerlemeleri bırakıp Türkçe yazarsanız, sizi daha iyi anlayabilirim. Milletimizin ne arzu ettiği ise.. Ilk hilesiz seçimde …muhtemeldir haziranda ortaya açıkça çıkacak ..
Hoşça kalın, SIBEL ERTUNÇ, TURKISHFORUM

20 Ekim 2018 Cumartesi

"SÜLEYMAN DEMİREL SEVDALILARI" ADANA/SEYHAN BULUŞMASI. "MECDİ CENGİZ FIRSATÇILARA FIRSAT VERMEYİN (ADANA’DA BÜYÜK BULUŞMA)" Mecdi CENGİZ DP (Demokrat Parti) Akyazı Eski İlçe Başkanı 20 Ekim 2018-Cumartesi

Mecdi CENGİZ 
DP Parti Akyazı Es.İlçe Başkanı
MECDİ CENGİZ
FIRSATÇILARA FIRSAT VERMEYİN
(ADANA’DA BÜYÜK BULUŞMA)

17 yıllık AKP iktidarı devletin tüm gücünü kullanarak akıl almaz yöntemlerle MİLLETE UMUT olacak yeni siyasal hareketlere geçit vermedi. Ne yazık ki Türk siyasetinin güçlü aktörleri ve devlet adamı niteliklerini taşıyan bir çok önemli ismin bu konudaki gayretleri de sonuçsuz kaldı. Türkiye’nin kalkınma ve demokrasi hareketinin güçlü siyasi partileri DOĞRU YOL, ANAVATAN ve DEMOKRAT partiye gönül veren milyonlar misyon’a ihanet edenlerin yüzünden bir türlü toparlanamadı. DOĞRU YOL VE ANAVATANIN BİRLEŞMESİ ile toplumda uyanan umut ve heyecan dalgası hayal kırıklığı ile son buldu. Yıllar sonra Mehmet AĞAR’ın oğlunu AKP den milletvekili yaptırması birleşmenin hangi güçlerce engellendiğinin açık ifadesiydi. CİNDORUK ,SOYLU ve ZEYBEK’le hayal kırıklıkları ve kitlesel çözülmeler devam etti. Mevcut genel başkan Gültekin UYSAL ve onunla birlikte sorumluluk taşıyanlar yapılacak bir ittifakla genel başkan ve bazı genel başkan yardımcıları Milletvekili olabiliriz düşüncesiyle yani küçük çıkar hesaplarıyla partinin güçlü bir lider ve güçlü bir kadro oluşumuna bilerek mani oldu. DP son seçimde Türkiye genelindee ancak bir büyük şehrin mahalle muhtarı kadar sadece 67.000 oy alabildi. 24 Haziran seçimlerinde DP genel başkanı UYSAL İYİ parti listesinden Afyon Milletvekili olarak muradına erdi Ama Parti muradına eremedi. Teşkilatlarının boşalması ve çökmesi de UYSAL’ın maalesef hiç umurunda olmadı.
BİR HÜSRAN DAHA
Türkiye’yi beka noktasına getiren, Milleti bölüp kamplaştıran ve uyguladığı tüm politikalar iflas eden AKP den bunalan milyonlar bu sefer Sayın Meral AKŞENER hareketini umut olarak görüp ona yöneldi. İYİ partinin Genel merkez ve teşkilat yapılanmalarındaki yanlış politikalar 24 Hazirandaki aday belirlemelerinde yapılan yanlışlık ve hatalara rağmen 5 milyon insan İYİ partiye, Meral AKŞENER’E oy verdi. 24 Haziran seçimleri öncesi ve sonrası gelişen olaylar GÜÇLÜ BİR SİYASAL HAREKET bekleyen büyük kitleyi bir kez daha hayal kırıklığına ve hüsrana uğrattı. 
YENİ BİR UMUT YENİ BİR HAMLE
Bütün bu olumsuzluklar karşısında Türkiye’nin en büyük MİSYON, DAVA, DEMOKRASİ ve KALKINMA hamlelerinin öncüleri MENDERES, ÖZAL ve DEMİREL sevdalısı milyonlara umut olacak bir çoban ateşi Adana’da yakıldı. Adana Seyhan DP eski ilçe başkanı M.Emin ATASEVER ve arkadaşlarının organize ettiği BÜYÜK BULUŞMA 20 Ekim’de Adana’da yapılıyor. Türk siyasetinin güçlü aktörlerinin, Türkiye için yeni bir çıkış yolu arayan Cumhuriyet, demokrasi, kalkınma, adalet ve barışa hasret dava arkadaşlarımız BU UMUDA HAYAT VERMEK için Adana’da buluşacak. Türkiye’nin devasa sorunları elbette bu toplantının programı içinde geniş bir şekilde tartışılamaz, ancak çok önemli olan bir adım atılmıştır, sonrası için inanıyoruz ki daha kapsamlı SİYASET BİLİMCİLERİNİN, EKONOMİ VE DIŞ POLİTİKA UZMANLARININ, BİLİM ADAMLARININ KATILIMI İLE HAREKETE GÜÇ VE HIZ KAZANDIRILACAKTIR. Çok iyi bir zamanlama ile AKP iktidarının Milletin ve ülkenin üzerine karabasan gibi çöktüğü bir dönemde bu büyük buluşmayı gerçekleştiren ATASEVER ve arkadaşlarını yürekten kutluyorum. Ancak bu vesile ile önemli bir hususa da dikkat çekmek istiyorum. Bu toplantıya katılacak olanların ezici çoğunluğunun kişisel bir beklenti içinde olmadıklarına yürekten inanıyorum, ancak zaman zaman idealist insanların başlattığı böylesi hareketlere hiçbir katkısı olmadan sahiplenmek insiyatif ve ön olmak isteyenler olduğunu da görürüz. Bu hareketin daha ilk adımlarında da herhangi bir sonuç ortaya çıkmadan kendini kurucu ilan eden hareket ve toplantı ile ilgili basına demeçler verenler olduğunu da görüyoruz. İnanıyorum ki bu büyük buluşma da davaya ömrünü veren siyaset büyüklerimiz ve dava arkadaşlarımız fırsatçılara fırsat vermeyecek, Milletimize yeni bir hayal kırıklığı yaşatmayacaklardır. Bu büyük ve tarihi buluşmanın ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını yürekten diliyorum.
Mecdi CENGİZ
DP Parti Akyazı Es.İlçe Başkanı

8 Ekim 2018 Pazartesi

AF!.. "ARZU KÖK" -Teklif “af” olarak anılıyor fakat bu bir genel af değil, bir nevi özel af. Mayıs 2018 öncesi bir kısım suçlar için cezadan beş yıl indirim yapılmasını öngörüyor. Genel af ilanı için Anayasa gereği Meclis’in 5’te 3 çoğunluğunun onayı gerektiğinden teklif infaz yasası değişikliği olarak getirilmiş ki bu yasa çoğunluğa ihtiyaç duyulmaksızın yasalaşabilsin.

AF!...

Geçenlerde MHP’nin sunduğu af teklifi TBMM’ye geldi. Meclis de açıldığına göre, hakkında ilk karar verilecek tekliflerden biri olacağı da kesin. Teklif “af” olarak anılıyor fakat bu bir genel af değil, bir nevi özel af. Mayıs 2018 öncesi bir kısım suçlar için cezadan beş yıl indirim yapılmasını öngörüyor. Genel af ilanı için Anayasa gereği Meclis’in 5’te 3 çoğunluğunun onayı gerektiğinden teklif infaz yasası değişikliği olarak getirilmiş ki bu yasa çoğunluğa ihtiyaç duyulmaksızın yasalaşabilsin. Son günlerin nedense en önemli sorunu gibi lanse ediliyor. Ne yazık!...

Af, barış, el sıkışma vb. terimlerin altında yasaların kişilere ve zamana göre esnetilmesi, gerekçesi ne olursa olsun yanlıştır. Aydınlanma devriminin önde gelen düşünürlerinden Jean Jacques Rousseau da bu şekilde düşünenlerden. 1762 tarihinde basılmış olan “Toplum Sözleşmesi” kitabında, “Genel istem, gerçekten genel olabilmek için, özünde olduğu kadar konusunda da genel olmalı; herkese uygulanmak üzere herkesten çıkmalıdır… genel istem kişisel ve belirli bir konuya yönelirse, elbette doğruluğunu yitirir” diye yazarak, niçin böyle düşündüğünü açıklamaya çalışan Jean Jacques Rousseau’ya göre, toplumun ortak yararı üzerine kurulu olması gereken anayasa/yasalar, şu ya da bu gerekçeyle özel konuların/çıkarların aracı haline geldiğinde yani kurallar kişilere, zamana ve zemine göre değiştirilip esnetildiğinde, bırakın doğru olmamayı, toplumsal yapıyı/devleti bütünüyle parçalayacak kadar tehlikeli bir nitelik kazanırlar.

Cumhuriyet’i kuran kadroların düşüncesi de bu yöndeydi. Kuralların zamana, zemine ve tabii ki kişiye göre esnetilip değiştirilmesinin toplumsal bütünlüğü bozacağının, cumhuriyetin üzerine inşa edildiği toplumsal değerleri yok edeceğinin, devlet yapısını çürüteceğinin farkında olarak bu konuda son derece özenli davrandılar. Tam da bu yüzden, kendilerine ayrıcalıklı davranılmasına alışmış toprak ağaları, aşiret reisleri, ticaret burjuvazisi, din tüccarları yani çıkar gurupları tarafından çok da fazla sevilmedi, benimsenmediler. Sadece kendileri benimsememekle de kalmadı, Cumhuriyet’i kuran kadroların, Atatürk’ün ölümü sonrasında, devrimlere sahip çıkma ve devrimleri sürdürme konusundaki isteksizliğinin/cesaretsizliğinin de etkisiyle, kural tanımazlığı “demokrasi” olarak lanse edip yüceltirken, kurala uymayı, cumhuriyet değerlerini savunmayı demokrasi karşıtlığı olarak sunarak toplumun gözünde değersizleştirmeye çalıştılar.

Turgut Özal’ın “Anayasayı bir kez delmekten bir şey olmaz” sözleriyle tanımlayabileceğimiz, günümüzde siyasi parti ayrımı olmaksızın çok geniş kesimlerce benimsendiğini düşündüğüm bu “demokrasi anlayışının”, içinde bulunduğumuz an itibarıyla ülkeyi ekonomik ve siyasi olarak getirdiği noktayı herkes net olarak görebiliyor sanırım.

Aslında bir organize suç liderinin adını söylemek istemesek de teklif “Çakıcı Affı” olarak adlandırıldı. Kendisi ise büyük bir meziyetle “Şahsım hariç tutulsun ama af çıksın” deyip durmaktaydı, sanki koskoca yasada bir tek Çakıcı ayrı tutulabilirmiş gibi. Artık nasıl bir kendini önemseme ya da bir suç liderinin nasıl birilerince önemsenmesiyse, siz düşünün.

Bildiğimiz kadarıyla Çakıcı eşini öldürmekten yargılandı ve 19 yıl ceza aldı. Yani kadın cinayeti işlemiş biri. Bir affın kadın cinayeti işlemiş birinin adıyla anılması dahi tek başına sansasyonel. Tevekkeli değil, af kapsamındaki suçların nitelikli dolandırıcılık, sahtecilik, hırsızlık, organize suçlar vs. olduğunu düşününce anlamı daha çok anlaşılıyor. Bu suçların hepsi topluma karşı işlenmiş adi suçlar. Erdoğan vakti zamanında “Devlet ancak kendisine karşı işlenmiş suçları affedebilir” demişse de şu an MHP’nin teklifini değerlendirmek zorunda.

Teklif devlete karşı işlenen suçları kapsam dışı tutuyor. Kendini milliyetçi olarak tanımlayan, milliyetçilik ülküsü çatısında birleşen bir partinin topluma karşı işlenmiş suçları durduk yere affetmeye çalışmasını tutarlı bulmak mümkün değil açıkçası. Neticede devlet toplum için var olan bir mekanizma. Devleti koruyalım korumasına da toplumu koruyamadıktan sonra devleti korumak ne derece anlamlı, üzerine düşünmek gerekir. Biz acaba toplumun canını yakmış herkesi affederek cezasızlık algısı mı yaratıyoruz, acaba yalnızca pisliği halının altına mı süpürüyoruz, suçun kökünü kazımak bir yana suç oranının artmasına mı vesile oluyoruz, diye bir sormak gerekir.

Bu yasanın çıkarılması için üç gerekçe ileri sürülmüş: FETÖ Savcısı ve yargısı tarafından mağdur olan insanların mağduriyetlerinin giderilmesi, cezaevlerinin doluluğu ve ıslah. İlk gerekçe ile yasa arasında bağlantı kurmak pek mümkün değil, zira devlete karşı işlenen suçların neredeyse tamamı kapsam dışı. İkinci gerekçe gerçeklik payı olan bir gerekçe olmasına rağmen doluluğun çözümüne bakış yanlış. Af bu konuda kısa süreli bir çözüm. Eğer suçun kökünü kazıyacak önlemler almazsanız bir ay sonra cezaevleri tekrar dolar.

Suçun kökünü kazımak ise uzun vadeli bir düşünme biçimini gerekli kılar ki bu da insan haklarının oturtulması demektir. Ancak bu da iktidarın intiharı anlamı taşır. Bu nedenle de yapamazlar. Kaldı ki, illa doluluk problemi ise söz konu olan öncelikle suçsuz yere tutuklananları, aylardır bir iddianamesi dahi olmayanları, ne için tutuklandığını bilmeyenleri, bebeği olanları, çok hasta olanları ve daha nicesini salıvermiyorsunuz? Üçüncü gerekçe ise gülünç. Islah, kimin ıslahı? Bu şekilde sadece ‘bazılarının’ ıslahı mı? Madem ıslahı bu derece önemsiyordunuz, niçin idam çığırtkanlığı yaptınız/yapıyorsunuz? İdam tartışmalarında“ceza hukukunun amacı suçluyu topluma kazandırmaktır” diyenler neden taşlandı?

Geçenlerde çocuğuna pantolon alamadığı için utancından kendi hayatına son veren bir baba …

Kaçırılan, kirletilen ve belli bir zaman sonra cesedi bulunan 'minik kızlar' ve mezarları başında feryat eden anneler…

Yüksek puanlar aldığı halde -torpili olmadığı için- bir kuruma yerleştirilmeyen 'psikolojisi bozuk' gençler…

Sokak başlarında, kendilerine ulaştırılacak esrar ve uyuşturucuları 'baygın gözler, kararmış yüzler, kemiğe dönüşmüş cansız bedenleriyle' bekleyenler…

Başını sokacak bir evi olmadığı için sokaklarda, parklarda, köprü altlarında sabahlayan vatandaşlar…

Harama el uzatmama ve kimseye köpek olmamak adına -alın teriyle- sokaklarda bir şeyler satarak geçimini sağlayanlar…

Ülkemizde bu bir sürü acının içinde yaşamak zorunda yüzlerce insan var. Ancak yazıktır ki bunların hiçbirisi cezaevinde tutuklu bulunan bir mafya lideri kadar önemli değil.

Hele ki onu serbest bırakmak adına yukarıda saydığım pek çok acıya sebep olan;Zehir tacirleri, hırsızlar, arsızlar,atiller ve sapıklar için de 'AF' çıkacak.

Ne diyeyim ben şimdi?...Yazıklar olsun sessiz kalanlara!…

Arzu KÖK