CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ HALK HAREKETİ
TANIM:
CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ HALK HAREKETİ(CDHH), HER
AÇIDAN CUMHURİYET VE DEMOKRASİ ÜLKÜSÜNE VURGU YAPAN;TEMELDE
"ATATÜRKÇÜLÜK" MEFKURE VE İDEOLOJİSİNİ SAVUNAN DEMOKRATİK VE BAĞIMSIZ
BİR HALK HAREKETİDİR.CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ HALK HAREKETİ AŞAĞIDAKİ UMDELERDEN
OLUŞUR:
ULUSAL ÜLKÜ:
TÜRK HALKININ DİNİ, MUHAFAZAKAR,MİLLİ VE
MANEVİ DUYGU VE DEĞERLERİNİ BUNUN YANINDA DEVLET GELENEĞİNİ KORUMAK SURETİYLE
SÜREKLİ BİR İLERLEME ÜLKÜSÜYLE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE VE ÖZGÜRLÜKÇÜ, EŞİTLİKÇİ, ÇOĞULCU, KATILIMCI
VE PARLAMENTER DEMOKRASİ ANLAYIŞINI TÜRKİYE CUMHURİYETİ HALKININ VE
DEVLET DÜZENİNİN BÜTÜN KURUMLARINA VE KATMANLARINA YAYMAK VE BU TEMELDE
MEVCUT DÜZENİ YABANCI GÖRÜŞLERDEN ARINMIŞ VE ÇAĞDAŞ YORUMLARLA
GÜNCELLEŞTİRİLMİŞ KATIKSIZ ATATÜRKÇÜLÜK İLKELERİNE GÖRE MÜSPET İLİM AÇISINDAN
YENİDEN YAPILANDIRMAK
ULUSLARARASI ÜLKÜ:
ATATÜRKÇÜLÜK İDEOLOJİSİNİN, DÜŞÜNCE
VE YAŞAM BİÇİMİNİN TÜM EZİLEN VE SÖMÜRÜLEN DOĞU HALKLARINDA(Türki
Cumhuriyetler,İslam Ülkeleri,Ortadoğu coğrafyası) VE 3. DÜNYA ÜLKELERİNDE
YAYGINLAŞMASINI SAĞLAMAK YOLUYLA TÜRKİYE CUMHURİYETİ LİDERLİĞİNDE "ÇAĞDAŞ
DOĞU BİRLİĞİNİ" GERÇEKLEŞTİRMEK
TEMEL İLKELER:
1-)CUMHURİYETÇİLİK:
Cumhuriyet, hükümet başkanının,
halk tarafından belli bir süre için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim
biçimi olarak söylenebilir. egemenlik hakkının belli bir kişi veya aileye ait
olduğu monarşi ve oligarşi kavramlarının zıttıdır.
Cumhuriyet yönetimlerinin temeli seçimdir. Egemenliğin halka
ait olduğu tek yönetim biçimidir. cumhuriyet rejiminde yasaları koyacak
kişiler, yani meclis seçim ile belirlenir. Sınıf ve cins ayrımı olmaksızın
herkesin yönetime katıldığı yönetim biçimidir. Kısaca halkın kendi kendisini
yönetebildiği, egemenliğin ulusa ait olduğu ve herkesin eşit haklara sahip ve
özgürce haklarını kullandıgı yönetim biçimidir diyede tanımlanabilir.
Cumhuriyetçilik nedir?
Cumhuriyetçiliğin kelime anlamı : “Yönetim biçimi olarak
millet egemenliğine dayalı, cumhuriyet rejimini öngörmek ve bunu bir yaşam
biçimi olarak benimsemektir.“ Batı dillerinde Cumhuriyetin karşılığı ise,
ulusun kendi kendisini yönetmesi olarak bilinmektedir.
Atatürk, Cumhuriyet için; “Türk milletinin karakter ve
adetlerine en uygun olan idare” ifadesini kullanmıştır.
Türk devrim sürecinde 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı
olmuştur.
Cumhuriyet yönetimi 1923 yılından itibaren anayasaya
eklenmiştir ve anayasanın birinci maddesidir. Anayasanın ikinci maddesinde de
Cumhuriyetin nitelikleri belirtilmiştir. Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal bir
hukuk devletidir.
Atatürk demokratik cumhuriyeti benimsemiştir. Bununla ilgili
olarak “Demokrasinin tam ve en belirgin şekli cumhuriyettir” demiştir. Aynı
zamanda Atatürk, Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet ederek ülkenin sürekli
yenileşme ve çağdaşlaşma içinde olmasına çalışmıştır.
Cumhuriyet'in tarihçesi
Cumhuriyet kelimesi Arapça kökten 18. yüzyılda Osmanlı
Türkçesinde türetilmiş bir isimdir. Arapça cumhur kökü "bir araya
toplanma, topluluk oluşturma", bu kökten türeyen cumhur ise "cemiyet,
toplum, kamu" anlamına gelir. 18. yüzyıl Avrupa'sında monarşi ile
yönetilmeyen Hollanda, İsviçre (ve 1789 Devrimi sonrasında Fransa) gibi
ülkeleri tanımlayan Latince respublica ile Fransızca république sözcüğünün
türkçe çevirisi olarak benimsenmiştir. Latince res publica klasik kullanımda
"kamusal olan" anlamındadır. Bir topluluğa onların birleştirmek
suretiyle halk olma özelliğini kazandiran, kamusal nesne anlamına gelir. Bu hal
monarşiye karşı, devlet başkanının halk tarafından seçildigi ve halk iradesince
meşrulaştırıldığı devlet şekli anlamında kullanılmıştır. Osmanlı Devletinde
Cumhuriyet fikri ilk kez 1870'li yıllarda Genç Osmanlılar ve Mithat Paşa
tarafından (açıkça savunulmaksızın) tartışılmıştır..
Cumhuriyetçiliğin özellikleri nelerdir?
1- Halkın kendi kendisini yönetmesi ilkesine dayanır.
2- Çok partili sistemi öngörür.
3- Türk İnkılabının siyasal görünüşüdür.
4- Cumhuriyet yönetimlerinin temeli seçimdir.
5- Egemenliğin halka ait olduğu tek yönetim biçimidir.
6- Cumhuriyet rejiminde yasaları koyacak kişiler, yani
meclis seçim ile belirlenir.
7- Sınıf ve cins ayrımı olmaksızın herkesin yönetime
katıldığı yönetim biçimidir.
"Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet
şekli demektir.
Cumhuriyet bir rejim, demokrasi ise cumhuriyetin
uygulanış şekillerinden biridir. Demokratik cumhuriyetin yanında dini
cumhuriyet, oligarşik cumhuriyet ve sosyalist cumhuriyet biçimleri vardır.
Demokratik cumhuriyetlerde, meclisi ve ülkenin başkanını belli aralıklarla
halkın seçmesi temeldir. Bu sistem genellikle Kara Avrupa’sında kabul görmüşken
örneğin İngiltere’de ülkenin başında görünüşte halkın seçmediği bir kral ya da
kraliçe bulunmasına rağmen yönetim halkın elindedir (oligarşik cumhuriyet).
Bir cumhuriyetin tam demokratik cumhuriyet olabilmesi için,
gönüllü birlikteliklerle bir arada bulunan o ülke halklarının tüm kesimlerinin,
çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerine
doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var
ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik
oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına olanak veren bir devlet yapılanmasının
gerçekleştirilmesi gerekir.
i-)Çoğulcu,Eşitlikçi,Katılımcı,Özgürlükçü,Parlamenter
Demokrasi:Bireysel özgürlükleri sekteye uğratan yasakların ortadan
kaldırıldığı;herkesin hukuk önünde dil,din,ırk,cinsiyet ayırt etmeden eşit
olduğu;toplumun her kesiminin yönetime katıldığı;her türlü politik ve partici
anlayışın veya ideolojilerin temsil edildiği;yönetimde her kesimden seçmenlerin
seçtiği ulus vekillerinin oluşturduğu meclise tabi olan demokrasi biçimi
Demokrasinin Temel İlkeleri
a.Milli Egemenlik: Yönetme yetkisinin millete ait
olması demektir. Demokraside egemenlik halka aittir.
Halkın iradesi ve egemenliği, belirledikleri
temsilciler aracılığıyla gerçekleşir. Halk temsilcilerini belirli bir
süreliğine seçer; temsilciler de halk adına yasalar yapar. Ülke bu yasalara
göre yönetilir.
Not:ülkemizde yerel seçimler 5 yılda bir, genel
seçimler 4 yılda bir yapılmaktadır.Bunun yanında yeni yasaya göre 2014
yılından itibaren cumhurbaşkanı da 5 yılda bir seçilecektir
b. Seçme Seçilme Hakkı: Seçme ve seçilme hakkı,
demokrasinin sağladığı temel haklardan biridir. Temsilciler seçimle belirlenir.
Halk, temsilcilerine kendisi adına yönetme yetkisini belirli bir süre için
verir.
Demokrasilerde gizli oy kullanma,serbest seçim, açık
sayım ilkesi geçerlidir.ülkemizde 18 yaşını dolduran,akli dengesi yerinde
olanlar oy kullanabilir. askerlik vasifesini yerine getirmekte olan er ve
erbaşlar,askeri öğrenciler ve hükümlüler ise oy kullanamazlar
c. Katılım: Demokrasiler etkin ve aktif yurttaşlara
gereksinim duyar. Yurttaşlar seçme ve seçilme haklarıyla yönetime iradesini
yansıtır; bunun yanında sivil toplum kuruluşlarındaki etkinliğiyle hakların
takipçisi olur.
d. Özgürlük: Özgürlük, bireyin, başkalarının haklarına
zarar vermeden istediğini yapabilmesidir. Demokrasinin olmadığı yerde özgürlük
ve insan hakları, özgürlük ve insan haklarının olmadığı yerde de demokrasi
olmaz.
e. Eşitlik: Eşitlik, hakların kullanılmasında ayrım
yapılmamasıdır. Demokraside eşitlik, yasalar önünde eşitliktir. Yasalar herkese
aynı biçimde uygulanır; herhangi bir kişiye, aileye, zümreye ayrıcalık
tanınmaz.
f. Çoğulculuk: Demokraside her görüşe, anlayışa, inanışa
saygı gösterilir. Bu görüş ve anlayışların siyasi partilerle temsil edilmesine
fırsat verilir. Seçimlere birden fazla siyasi parti katılır. Böylece farklı
görüş ve düşünceler yönetimde kendini ifade olanağı bulur.
g. Çoğunluk: Demokraside çoğunluk ilkesi aranır.
Seçimlerde Çoğunluğu elde eden parti iktidar olur. Diğer partilerde muhalefeti
oluşturur. Demokraside çoğunluğun yanında azınlığında hakları korunur.
h.Hoşgörü: Demokrasi hoşgörü rejimidir. Farklılıklar
ve farklı unsurlar demokraside birbirlerine tahammül etmeyi, birbirleriyle
uzlaşmayı öğrenirler.
ı.Hukuk Devleti: Hukuk Devleti, yurttaşlarına hukuk
güvenliği sağlayan, yöneticilerinde hukuka bağlı olduğu devlettir. Hukuk
Devletinde Yasalar anayasaya uygundur; yargı bağımsızdır. Devletin yaptığı
bütün işler yargı denetimine açıktır. Tüm vatandaşlar kanun önünde eşittir.
Demokrasilerde hukukun üstünlüğü ilkesi benimsenir. İktidar hiçbir kimse ya da
grubun tekelinde değildir.
i.Kuvvetler Ayrılığı: Demokrasilerde kuvvetler
ayrılığı ilkesi uygulanır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi (yasama. yürütme, yargının
ayrı organlarda temsil edilmesi) iktidar tekelini kıran bir uygulamalıdır.
Atatürk'ün Cumhuriyet ve Demokrasi üzerine sözleri:
Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan
idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924)
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli
demektir. (1933)
Cumhuriyet, yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan bir
idaredir. Cumhuriyet fazilettir.... (1925)
Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya
milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet
teşkilâtıdır ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümet ile millet arasında
geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925)
ii-)Milli Egemenlik:
Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî
egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. (1923)
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin
sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla millî
egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır. Bundan dolayı; hürriyetin
de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. (1923)
iiii-)Milli Bağımsızlık:
Millî Bağımsızlık(antiemperyalizm ve tam bağımsızlık):
Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî,
İktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam
seferberlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan
mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından
mahrumiyeti demektir. (1921)
Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O, ebediyen
sağlanmış ve korunmuş olmalıdır. (1923)
iv-)Antiemperyalizm:Anti emperyalizm, emperyalizm
karşıtlığını belirtir. Sadece siyasi ve ekonomik bir karşıtlık olmayıp,
emperyalizmin kültürel baskılarına ve ele geçirme süreçlerine de bir
karşıtlıktır.
Kavramın içeriği ve tarihçesi
Genellikle anti emperyalizm, farklı dil ve kültürdeki komşu
ülkelere karşı girişilecek fetih savaşlarına da karşıdır. Kısaca, bir ülkenin
kendi sınırları dışına yayılmasına da karşıdır. Anti emperyalistlere bir örnek
de Roma'daki Cumhuriyetçi senatörler ve 1898'de İspanyol-Amerikan savaşından
sonra kurulan American Anti-Imperialist League adındaki anti emperyalist
kuruluştur.
"Emperyalizm" kavramı İngilizceye 1870'lerde
İngiliz Başbakanı Benjamin Disraeli'nin aşırı agresif ve ses getiren sömürgeci
politikaları sonucunda girmiştir. Bu kelime bu politikaları destekleyen Richard
Chamberlain tarafından kullanılmıştır. Emperyalizm bazılarına göre idealist ve
hayırsever bir politikadır. Bir başka görüşe göre "Emperyalizm"
kapitalist aç gözlülüğün ve kişisel çıkarlara uygun olarak oluşturulan
politikalar ile karakterize edilmiştir. John A. Hobson ve Marksist Lenin bu
kavrama daha teorik ve makro ekonomik anlam eklemişlerdir. Sol görüşlü birçok
teorisyen emperyalizmin bu yapısal veya sistematik yönünü vurgulayan görüşleri
benimsemiştir. Bu tip yazarlar 19. yüzyılın son birkaç on yılını kapsayan
kavramı genişleterek yüzyıllara yayılmış Christopher Colombus'a hatta Haçlı
Seferlerine kadar uzanan bir dünya sistemine verilen isim haline
getirmişlerdir. Kavram, tarihsel süreç içinde yayılınca çoğunlukla birbirine
paralel beş farklı ekseni ortaya çıkmıştır. Ahlaki, iktisadi, sistemik,
kültürel ve maddi. Bu kavramın bu şekilde evrilmesi, güce ve özellikle batılı
güce karşı büyüyen bir rahatsızlık ve hatta tiksinme oluşturmuştur.
Kapitalizm, aristokrasi ve emperyalizm arasındaki
ilişki tarihçi ve siyaset bilimciler tarafından uzun süredir tartışılmaktadır.
J. A. Hobson (1858-1940), Joseph Schumpeter (1883-1950), Thorstein Veblen
(1857-1929) ve Norman Angell (1872-1967). Bunlar gibi marksist olmayan yazarlar
1. Dünya savaşı ve iki savaş arası dönemde oldukça üretkendirler. Özellikle
emperyalizmin 1950'lerde Avrupa ve ABD'ye askeri ve siyasi etkileri konusu
çalışılmıştır. Hobson'a göre yapılacak sosyal reformlar emperyalizmin olumsuz
etkilerini iyileştirici nitelikte olabilir. Hobson'a göre devletin vergi
politikaları yoluyla müdahalaleri daha geniş tüketimi sağlayacak, zenginliği
artıracak ve barışçı bir uluslararası dünya düzeni kurulmasını sağlayacaktır.
Tersi ise, devletin rantiyecilere ve faizden para kazananlara müdahale etmemesi
halinde, sağlıksız bir toplumsal yapı ve emperyalizmi getirecektir.
2-)HALKÇILIK:
Halk, belirli bir zamanda bir ülkede
oturan, yazgısını, mutluluğunu o ülkeye bağlamış olan insanların bütünüdür.
Türk halkı dendiği zaman, Türkiye’de yaşayan, devlete bağlı, mutluluğunu bu
ülkenin mutluluğuna bağlı gören insan topluluğu anlaşılır. Atatürk’e göre
millet ile halk arasında yakın bir ilişki vardır. Atatürk, bu düşüncesini
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.” Sözüyle
açıklamıştır. Halkçılık, halkın halk tarafından yönetimidir. Yani millî
egemenliği esas alır. Bu anlayış ile halkın kanun önünde eşitliği ve idarede
söz sahibi olması sağlanır. Halkçılık, Atütürkçü Düşünce Sistemi’nin,
milliyetçilik millî egemenlik ve tam bağımsızlık ilkeleriyle birlikte, Millî
Mücadele’nin ilk günlerinden beri üzerinde önemle durulan bir unsurudur. Yeni
rejimin temel ilkelerinden biridir.
Halkçılık, hürriyeti ve toplumsal uzlaşmayı öngörür.
Halkçılık ilkesinde, insanların belli bir düzen ve disiplin içinde
özgürlüklerini kullanmaları ve eşit şartlarda bütünleşmeleri esastır. Halkçılık
ilkesi ile cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkeleri arasında önemli
bağlantılar vardır. Atatürk, halkçılığı demokrasi ile eş anlamlı olarak
görmüştür. Bu görüşünü “Demokrasi esasına dayanan hükûmetlerde egemenlik halka,
halkın çoğunluğuna aittir.” Sözüyle ifade etmiştir. Halkçılık, milliyetçilik
fikrinin bir sonucudur. Milliyetçilik idealleri etrafında, toplumun birliğini
sağlama vasıtasıdır.
Halkçılık ilkesi ile toplumun bütün fertleri kanun
karşısında eşit sayılmış, hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz
tanınmamıştır. Halkçılık ilkesinde bütün vatandaşlar devlet hizmetlerinden eşit
şekilde faydalanırlar. Atatürk, bu konuyu “Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban,
amele, tüccar, sanatkâr, asker, doktor kısaca herhangi bir sosyal müessesede
çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.” Sözüyle
açıklamıştır. Bir sosyal hukuk devletini amaçlayan halkçılık ilkesine göre,
millî gelirin adil bir şekilde dağıtılması esastır. Halkçılık ilkesi ile bütün
vatandaşlar uğradıkları bir haksızlık karşısında kanunların kendilerine verdiği
haklarla, haksızlıklara karşı çıkabilirler.
Atatürkçü halkçılık anlayışı, toplumun ekonomik
bakımdan güçsüz kesimlerinin refah düzeyini yükseltmeyi amaçlar. Sağlıklı bir
toplum düzeni ancak bu şekilde kurulabilir. Halkçılık ilkesinde sınıf ayrımına
yer verilmez, çeşitli sosyal fruplar arasında iş bölümü ve dayanışma vardır.Bu
nitelikleriyle halkçılık ilkesi, Türk toplumuna pek çok fayda sağlamıştır. Bu
sayede halk, devletin yönetiminde söz sahibi olmuş, kanun karşısında eşitlik
sağlanmış, devletin imkânlarından herkez eşit şekilde yararlandırılmış, devlet,
halkın devleti olmuştur. Halkçılık ilkesi, toplum fertlerinin kaynaşıp
anlaşmasını sağlayacak önemli bir uygulamadır.
Halkçılık ilkesi, demokrasiyi öngörür. Halkın devlet
yönetiminde söz sahibi olması, bu anlayışın bir sonucudur. Atatürk, bu konuyu
şjyle dile getirmiştir: “…Demokrasi prensibi, egemenliğin millette olduğunu,
başka yerde olmayacağını gerektirir.” Bu görüşe göre halkçılık, demokrasi
prensibinden dolayı cumhuriyetçiliğin bir sonucu olarak kabul edilmiştir.
i-)eşitlik ve eşitlikçilik:Eşitlikçilik veya
egaliteryanizm bir ya da tüm canlı varlıklar için belirli kategorilerde eşitlik
talebinde bulunan düşünce biçimidir.
Çağdaş bağlamda özellikle ırk, etnisite, cinsiyet, ve
cinsel yönelim bağlamında eşitliğe dair vurgular içerir. Bu yüzden
eşitlikçilik, cinsiyet eşitlik, cinsel eşitlik ve/veya ırk eşitliği vb. olarak
da tanımlanabilir. Bu görüşe göre toplum renk ve cinsiyet farklılıklarını
önemsemeyen bir konumda olmalıdır.
Bu görüş genellikle herhangi bir ideolojiden veya
politik düşünceden bağımsız olarak ele alınır. Feminizmle bütünleşmeden kadın
haklarını destekler ya da ırkçılığı ekonomik yahut politik düzeyde ele alan
görüşlerle bir tutmadan ırk ayrımına karşı çıkar.
ii-)Toplumsal Eşitlik:Toplumsal eşitlik, belirli bir
toplum veya yalıtılmış bir grup içerisindeki tüm insanların belli açılardan
aynı statüye sahip olmaları durumu. Toplumsal eşitlik, yasalar önünde eşit
haklar (güvenlik, oy kullanma hakkı, konuşma ve toplanma özürlüğü, mülkiyet
hakkı gibi) ve toplumsal mal ve hizmetlere eşit seviyede erişmeyi içerir. Aynı
zamanda ekonomik eşitlik kavramlarını da içerir; yani eğitim, sağlık ve diğer
toplumsal güvenliklere erişimi. Bununla beraber eşit fırsatlar ve
yükümlülükleri de içerir, böylece toplumun bütününü kapsar.
Toplumsal eşitlik ve eşitlikçilik; toplumsal eşitlik
yasal olarak zorunlu sosyal sınıfların veya kast sınırlarının olmamasını ve
kişinin kimliğinin devredilemez bir parçasından doğan ayrımcılığın olmamasını
gerektirir. Örneğin; cins, cinsiyet, ırk, yaş, köken, kast veya sınıf, gelir
veya mülk, dil, din, mahkûmiyet, görüş, sağlık veya engellilik yasalar önünde
eşit olmayan muameleye gerekçe olamaz ve haksız bir şekilde fırsatları
azaltılmamalıdır.
iii-)Hukukun Üstünlüğü:Hukukun üstünlüğü, temel olarak
hukukun bir topluluktaki veya ülkedeki yayılmışlığını ve yetkisinin
yüksekliğini ifade eder. Özellikle de devlet ve hükümet yetkisini elinde
tutanlara karşı üstünlüğünün altı çizilir. Kavram, her ne kadar Platon tarafından
yapılan savunma sırasında üstü kapalı olarak geçse de , ilk defa açıkça Aristo
tarafından "hukuk yönetmelidir (hükmetmelidir)" şeklinde
kullanılmıştır denilebilir. Hukukun üstünlüğü kavramı, tarihsel süreçte
Avrupa'nın atlatmış olduğu monarşi, feodalizm ve kilise'nin imtiyazlı
durumlarına (dokunulmazlıklarına) karşı önem kazanmıştır. Hukukun üstünlüğü
ayrıca, her vatandaşın hukukun muhatabı olabileceği anlamına da gelir. Yani
kimse imtiyazlı olamaz. Bu fikir, özellikle yöneticilerin hukukun altında olduğu
ve hiç kimse ve hiçbir kurumun, hukukun üstünde olmadığı (örneğin ruhban
sınıfının veya kralların üstünlüğü gibi) anlamına gelmektedir. Her ne kadar
hukukun üstünlüğü kavramı, politikacılar, yargıçlar ve akademisyenler
tarafından yaygınca kullanılsa da, kavramın anlaşılmasının son derece güç
olduğu da iddia edilmektedir. Hukukun üstünlüğü kavramsal olarak şekilci
("ince") ve asli ("kalın") olarak iki yaklaşımla ifade
edilebilir. İlk kavramsal yaklaşıma, yani şekilci (şekli veya usule yönelik)
yaklaşıma göre, hukuk kavramının içerisindeki adalet önemli olmakla birlikte,
belirleyici olan kurallar ve kanunlardır. Bu yaklaşımda adaletten çok kurallar
ve kanunlar ön planda tutulur. Buna karşılık asli (veya esasa yönelik)
yaklaşımda, esas olan adalettir ve kurallar ve kanunların ötesine geçilerek,
gerçek anlamda adaletin (hakkın) sağlanıp sağlanmadığı sorgulanır.Günümüzde
kabul gören yaklaşım ise, gerçek anlamda hukuk (hak/adalet) üstünlüğüdür.
Kuralcı ve şekilci anlayışa ise karşı çıkılmaktadır.
iv-)Fırsat Eşitliği:"Sunulan olanaklardan
herkesin ayrım yapılmaksızın eşit biçimde yararlanması. 2.Bir ülkedeki eğitim,
iş gibi her türlü olanaktan her bireyin eşit yararlanma hakkına sahip
olması."FERTLERİN HAYATINI DEVAM ETTİRMEK İÇİN SUNULAN OLANAKLARDAN
EŞİT VE ADİL OLARAK YARARLANABİLMESİ. DİLEDİĞİ EĞİTİMİ PARASIZ VE İMTİHANSIZ
ALABİLMESİ VE İSTEDİĞİ MESLEKTEN GEÇİMİNİ SAĞLAYABİLMESİ
v-)Evrensel Hukuk İlke ve esasları:
KAYNAK:http://t24.com.tr/yazarlar/ersan-sen/24-baslikta-hukukun-evrensel-ilke-ve-esaslari,8679
Aşağıda sıralayıp kısaca tanımladığımız hukukun evrensel
ilke ve esasları, demokratik hukuk toplumlarının vazgeçilemez ve devredilemez
değerlerdir. Bu ilke ve esaslar, insanlık tarihinin yüzyıllara yayılan
çekişmeleri, kavgaları ve savaşları neticesinde 20. yüzyılın sonlarına doğru
netleşmiş ve birçok uluslararası sözleşme ile anayasada yerini bulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, hukuk kurallarını bu ilke ve esaslar ışığında düzenleyip
uygulamak zorundadır. Aşağıda, dilimizden düşürmediğimiz, ancak soyut olması itibariyle
anlaşılamayan hukukun evrensel ilke ve esaslarının neler olduğuna ve kısa
tanımlarına yer vereceğiz.
1- Hukuk Devleti: Hukuk kurallarına önce kendisi uyan, keyfi
yetki kullanımına izin vermeyen, işlem ve eylemlerini hukukilik denetimine tabi
tutulmasını engellemeyen devlettir.
2- Kuvvetler Ayrılığı: Yasama, yürütme ve idare ile yargı
yetkileri olarak adlandırılan ve millete ait olan kamu kudretinin tek elde
toplanmayıp, “demokratik hukuk devleti” ilkesine uygun bir şekilde kamu kudreti
kullanıcıları arasında paylaştırılmasıdır.
3- Yargı Birliği: İnsanlar arasında senin mahkemen-benim
mahkemem, senin hakimin-benim hakimim, senin savcın-benim savcım anlayışına
hizmet etmeyecek şekilde, herkes için aynı usul ve esaslarla yargılama yapan
mahkemelerin aynı çatı altında toplanmasıdır. “Yargı birliği” ilkesi, “eşitlik”
ilkesinin bir sonucudur.
4- Tabii Mahkeme ve Hakim Güvencesi: Herkesin işlem veya
eylem tarihinde tabi olduğu mahkeme ve hakim huzurunda yargılanması hakkıdır.
Bu ilkenin bir alt derecesi kanuni mahkeme/hakim güvencesidir ki, bugün Anayasa
m.37’de öngörülen bu ilke ile maalesef kanunla sonradan mahkeme ve hakimlerin
değiştirilebilmesi mümkündür. İdeal olan ise, tabii mahkeme/hakim güvencesidir.
5- Eşitlik: Tüm insanlar her bakımından eşittir. Hukuki
statüden kaynaklanan farklı uygulamalar, ancak zorunlu hallerde ve somut
durumda duyulan ihtiyaçla sınırlı olarak mümkündür.
6- Laiklik: Devletin, toplumun ve bireylerin bağlı olacağı
hukuk kuralları, bir veya birkaç dinin kural ve esaslarına bağlı kalınmak
suretiyle düzenlenemez. Sosyal düzen kurallarından olan hukuk kuralları, din
veya ahlak kurallarından etkilense de, her bir insanın hangi din veya ahlak
anlayışına bağlı olduğu gözetilmeksizin ve tüm insanları kapsayacak şekilde
düzenlenir.
7- Sözleşme Özgürlüğü ve Güvenliği: Herkes, özgür iradesi
ile dilediği sözleşmeyi imzalayıp, bu sözleşmenin gereklerinin yerine
getirilmesini bekleme hakkına sahiptir.
8- Hak Arama Hürriyeti: Herkes, meşru vasıta ve yollardan
yararlanmak suretiyle bağımsız ve tarafsız yargı önünde iddia ve savunma ile
dürüst yargılanma hakkına sahiptir. Hak arama hürriyeti kısıtlanamaz.
9- Dürüst Davranma ve İyiniyet İlkeleri: Hak sahibinin
haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken iyi ve doğru hareket
etmesi gerekir. Bir hakkın kötüye kullanılmasını kanun himaye etmez. Hakların
kazanılmasında ve hukuki bir sonucun gerçekleşmesinde iyiniyet esastır. Kişi,
kendisinden beklenen dikkat ve özeni gösterdiği halde, hakkın kazanılmasını
veya hukuki sonucun gerçekleşmesini engelleyen durumu bilmemeli ve bilmesi de
gerekmemelidir.
10- Müktesep (Kazanılmış) Hak: Bireyin hukuka uygun şekilde
kazandığı hakkı elinden alınamaz. Bir hakkın kullanılması için gerekli olan
şartlar kaybedilmedikçe, hak sahibinin bu hakkı kullanımı engellenemez.
11- Bir Suçtan İki Yargılama Yapılmaz/Ceza Verilemez:
Herkes, bir suçtan, ancak bir defa yargılanabilir ve bir defa
cezalandırılabilir. Bir insan, yargılandığı suçtan keyfi olarak tekrar
yargılanıp cezalandırılamaz.
12- Suçta ve Cezada Kanunilik: Kanunun açıkça suç saymadığı
bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Suç ve
ceza ancak kanunla koyulur. Kanunlar, prensip olarak ileri doğru uygulanır.
Ceza kanunları, ancak lehe olduğunda geçmişe etkili uygulanır.
13- Sorumluluğun Şahsiliği İlkesi: Herkes kendi işlem ve
eyleminden sorumludur. Başkalarının işlem ve eyleminden sorumluluğu mümkün
kılacak kolektif ceza sorumluluğu kabul edilemez.
14- Cezanın Bireyselleştirilmesi: Kanunla belirlenen bir
cezanın somut olaya ve kişiye uygulanabilmesi için dayanak ve sınırları
kanunlarda yer alan cezanın bireyselleştirilmesi yetkisi hakime verilir.
15- Kusur Sorumluluğu: Kusursuz suç ve ceza olmaz. Fiilde
kusurun yokluğu, suç ve cezayı kaldırır.
16- Dürüst Yargılanma ve Savunma Hakkı: Herkes, İnsan
Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinde öngörülen hakları çerçevesinde
yargılanma hakkına sahiptir. Kişi, iddiaları bilip anladığı dilde öğrenme,
bağımsız ve tarafsız yargılanma hakkına sahip olduğu mahkeme huzuruna çıkarak
savunma yapıp, makul sürede yargılanma hakkına sahiptir.
17- Masumiyet (Suçsuzluk) Karinesi: Hiç kimse, suçluluğu
mahkemenin kesinleşmiş hükmü ile sabit oluncaya kadar suçlu ilan edilemez ve
mahkum edilemez.
18- Yargı Bağımsızlığı: Hiçbir organ, makam, mercii veya
kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında hakimlere veya mahkemelere emir ve
talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz, bu tür bir
yetkinin kullanılmasına izin veren yasal düzenleme de yürürlüğe koyulamaz.
19- Hukuk Güvenliği Hakkı: Herkesin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı vardır. Hiç kimse, demokratik hukuk devletinde, korku ve endişe
ile yaşamaya mahkum edilip, yargı makamlarına başvurmanın sonuçsuz kalacağı
algısına maruz bırakılamayacağı gibi, keyfi şekilde yakalanamaz, gözaltına alınamaz,
tutulamaz, tutuklanamaz, hürriyetinden mahrum bırakılamaz ve cezalandırılamaz.
Anayasa m.13’e göre; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz”.
20- Hakim Tarafsızlığı: Bağımsız hakim, dışa karşı etkiden
uzak ve kendisi bakımından da objektif hareket etmelidir. Hakimin tarafsızlığı,
bir iddia ve savunmaya önyargısız bakabilmesini, baskı altında bırakılmamasını,
dışarıdan etkilenmemesini ve kendi iç dünyasında da yansız hareket edebilmesini
gerektirir.
21- İddia Edenin İspat Külfeti: Herkes, iddiasını hukuka
uygun yol ve yöntemlerle elde edilen deliller ile kanıtlamak zorundadır. İddia
peşinen doğru kabul edilip, aksinin ispatının aleyhinde iddia olunan tarafa
yüklenemez.
22- Yargı Kararlarının Gerekçeli Olması: Tüm yargı kararları
somut gerekçelere dayalı olarak yazılmalıdır. Somut olayın özelliklerinden
uzak, kanun hükmünün soyut tekrarı ile basmakalıp sözlerden oluşan kararların
gerekçeli olduğu söylenemez.
23- Borçların Nisbiliği: Prensip olarak her borç sahibini
bağlar. Bir borcun yerine getirilmemesinden dolayı borç sahibinin herhangi bir
yakını sorumlu tutulamaz.
24- Ceza Kanununu Bilmemek Mazeret Sayılmaz: Herkesin, usule
uygulan olarak yürürlüğe giren ceza kanunlarını bildiği kabul edilir. Hiç
kimse, cumhurbaşkanı tarafından imzalanıp, Resmi Gazete’de yayınlanmak
suretiyle yürürlüğe giren ceza kanununu bilmediğini iddia edemez.
vi-)Evrensel İnsan Hakları:
GENEL HATLARIYLA INSAN HAKLARI
İnsan: Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit
doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. (madde 1)
İnsan haklarının özellikleri:Herkes, ırk, renk, cins, dil,
din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken,
varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildiri'de
açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Bundan başka,
ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka
bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu
bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu
bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir(madde 2). Ayrıca bu haklar hiçbir
şekilde başkalarına ya da kurumlara aktarılamaz.
İnsan Hakları:En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık,
eğitim, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına
ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşma; yasanın koruyuculuğundan eşit
olarak yararlanma; Barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma; evlenme, mal
ve mülk edinme; çalışma, işini seçme özgürlüğü; din, vicdan düşünce ve anlatma
özgürlüğü hakları İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin temellerini oluşturur.
Maddelerde Kesinlik:Bu Bildiri'nin hiçbir unsuru, içinde
açıklanan hak ve özgürlüklerin bir devlet, topluluk ya da bireyce ortadan
kaldırılmasını amaçlayan bir etkinlik ya da girişime hak verir biçimde
yorumlanamaz(madde 30)
İNSAN HAKLARI KAPSAMINDA;
KADININ İNSAN HAKLARI:
Kadının İnsan Hakları, insan hakları kavramını dünya
kadınları açısından yeniden yorumlayarak oluşturmayı amaçlayan bir kavramdır.
Kadının özetle insan hakları şunlardır:
* Kadının evlilikle ilgili hakları: İstediği kişiyle evlenme
hakkı, eşit miras hakkı, evlilik içinde cinsel birleşmeyi reddetme hakkı,
şiddete maruz kalmama hakkı, kendi malına sahip olma hakkı, kumayı reddetme
hakkı, resmi nikâh hakkı.
* Kadının boşanma ile ilgili hakları: Ev tutarak ayrı yaşama
hakkı, boşanmak için mahkemeye başvurma hakkı, çocuklarının velayetini alma
hakkı, nafaka alma hakkı, kendi malını beraberinde götürme hakkı.
* Kadının bedensel hakları: Kendi cinselliğini yaşama hakkı;
tecavüzsüz, tacizsiz, enseste maruz kalmadan yaşama hakkı; doğum kontrolünü
kullanma veya kullanmama hakkı; sağlıklı yaşama hakkı; kadının bedeninin
yalnızca kendine ait olması hakkı.
* Kadının kamu yaşamındaki hakları: İstediği zaman
kocasından izin almadan istediği işte çalışma hakkı, eşit ücret hakkı, eşit
eğitim hakkı, kendi istediği partiye oy verme hakkı, siyasi partiye katılma
hakkı, ev kadını veya tarımda aile işçisi olarak çalışsa bile sigortalı olma
hakkı, dini yaşama katılma ya da katılmama hakkı.
ENGELLİ HAKLARI:Devlet eliyle ve hukuki düzenlemelerle
engelliliğin önlenmesi, engellilerin eğitim, sağlık, rehabilitasyon,
istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine ilişkin sorunlarının çözümüyle her yönden
gelişmelerini ve karşılaştıkları engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri
almak, toplumsal yaşama katılmalarını sağlamak ve bu hizmetler için gerekli
düzenlemeleri yapmak.
Atatürk'ün Halkçılık ile ilgili sözleri:
İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin
bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir.
(1921)
Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak
isteyen bir toplum sistemidir. (1921)
Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş
değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere
ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)
3-)ATATÜRKÇÜ DEVLETÇİLİK(karma ekonomi):
Karma ekonomi, özel
sektörü ve devletin ekonomiyi yönlendirmesini içeren, piyasa ekonomileri ve
planlı ekonomiler arasında her ikisinin de özelliklerini yansıtan bir ekonomik
sistemdir.Karma ekonominin tek bir net tanımı yoktur, serbest piyasalar ve
devlet müdahaleciliğinin, kamu ve özel sektörün veya piyasalar ve ekonomik
planlama arasındaki bir karışım şeklinde farklı tanımlar geliştirilmiştir.
Bununla birlikte çoğu modern ekonomi iki veya daha fazla ekonomik sistemin
sentezini içerir.Karma biçimleri farklılık göstermekle birlikte çoğunlukla her
ülkede karma ekonomi sistemi geçerlidir.
Karma ekonomi, ekonomik koordinasyon için piyasaların
hakimiyeti, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle kar amaçlı işletmeler ve
sermaye birikiminin iktisadi faaliyetlerin arakasındaki temel itici gücü
oluşturduğu düzen şeklinde karakterize edilebilmektedir. Serbest piyasa
ekonomisinin aksine hükümet, ekonomide yaşanabilecek düşüşleri önleme amacıyla
maliye ve para politikaları tasarlar, ekonomi üzerinde dolaylı makroekonomik
nüfuza sahiptir ve işsizlik ile finansal kriz dönemlerinde sosyal refahın
teşviki için piyasalara müdahalede bulunur. Ancak her karma ekonomi modeli için
bu tanım geçerli değildir.
i-)Hukuk Devleti:Hukuk devleti, sınırları içerisinde kamu
erkinin değişmezlik ve süreklilik temeline dayalı olarak değer ve hukuk
düzenine bağlı olduğu bir devlet şeklidir. Mutlakiyetçidevletlerden farklı
olarak devlet gücü, vatandaşları keyfi uygulamalardan korumak amacıyla yasalar
yardımıyla tanımlanır (Şekli Hukuk Devleti kavramı). Modern anlayış temelindeki
bir hukuk devleti bunun dışında maddi anlamda adaletli bir düzenin yaratılması ve
korunmasını hedefler (Maddi Hukuk Devleti kavramı). Nesneldeğer yargıları
bireylerin öznel haklarından farklı olarak, belirlenmiş prensipler aracılığıyla
kanun koyucunun sınırlanması işlevi görürler.
KAVRAM
Hukuk devleti kavramı hukukçu ve Prusya Kraliyet
Parlamentosu Milletvekili Otto Baehr tarafından kullanıldı. 1864 yılında
yayınlanan 'Der Rechtsstaat- eine publizistische Studie' (Hukuk Devleti -
Yazılı bir araştırma) adlı makalesinde ülkesindeki zamanına göre ilerici
yasalardan yola çıkarak idari tasarrufları mahkemelerce denetlenen bir devlet
tanımı yaptı. Baehr'e göre hukuk devleti özellikle bağımsız mahkemelere
gidebilme hakkını kapsamaktadır.
TEMEL İLKELER
Devletin faaliyetlerinde hukuk kurallarıyla bağlı olması.
Hukuk önünde eşitlik ve devletin tarafsızlığı.
Temel hakların güvence altına alınması.
Devletin yargısal denetimi, hakim ve yargı bağımsızlığı.
ii-)Sosyal Adalet:(Social justice) Bir toplumda ekonomik
bakımdan zayıf durumdaki sınıfları, özellikle işçileri daha güçlü sınıflar ve
işverenler karşısında korumak, sınıflar arasındaki gelir dengesizliklerini
giderici yönde önlemler almak şeklindeki faaliyetlere verilen genel isim. Bu
kavram ilk ortaya çıkışında daha çok işçi sınıfı için kullanılmıştır. Sanayi
Devrimiyle, emeğinden başka bir gelir kaynağı bulunmayan işçiler önemli bir
sosyal sınıf durumuna gelmişlerdir. Ancak XIX. asrın ilk yarısında işçiler çok
ağır ve sağlıksız koşullar altında çalıştırılmışlar, hastalık ve sefalet bu
sınıfın içinde bulunduğu koşulların ana özelliği durumuna gelmişti. İşçi
sınıfının içinde bulunduğu bu olumsuz koşullara burjuva kesiminden tepkiler
gelmişti. Emek sahipleri de bunlara katılınca İngiltere’de ve diğer Avrupa
ülkelerinde işçi olayları ortaya çıkmaya başladı. Ancak, zamanla işçilerin
içinde bulundukları kötü koşulları şiddet hareketleriyle değil, onların yaşam
koşullarının iyileştirilmesiyle düzeltilmesi fikri yaygınlık kazandı. Bu yönde
örneğin işçiler lehine çalışma koşullarını düzenleyen yasalar çıkartıldı,
çalışma saatleri kısaltıldı, sakatlanan, yaşlılık dolayısıyla çalışamayacak
duruma gelenler için sosyal güvenlik sistemleri kuruldu, v.s. Bunu sağlamak
için de işçilere ve işverenlere sendika kurma hakkı tanındı. Zamanla sosyal
adalet kavramının kapsamı genişletildi. Bugün, iktisadi bakımdan zayıf olan tüm
sınıfların korunması veya bunların yaşam düzeylerinin yükseltilmesi için
kullanılmaya başlandı. Örneğin, yoksul sınıfların da yararlanabilmeleri için
ücretsiz sağlık ve eğitim olanakları sağlanması, konut sorununun çözümü, zaruri
tüketim maddelerinin düşük fiyattan sağlanması, zengin sınıfların yüksek
oranlarda vergilendirilmesi, v.s. gibi önlemler hep sosyal adalet amacına
yöneliktir.
iii-)Sosyal Devlet:Refah devleti, minimum düzey
ötesinde vatandaşlarının refahı için birincil sorumluluk kabul eden devlet
kavramı olup devletin vatandaşlarının iktisadi ve sosyal esenliklerinin
korunması ve teşvik edilmesinde ana rol oynamasını önerir. Bu şekil devlet
kavramı fırsat eşitliği, servetin eşit şekilde dağılması ve nispeten rahat bir
hayat sağlamak için gerekli asgari şartlara yetişemeyen kişiler için kamu
mesuliyeti prensiplerine dayanır. Bu genel yaklaşım bir ülkenin çok değişik
şekilde iktisaden ve sosyal bakımdan organize edilmesini mümkün kılar.
Genel olarak bir refah devletinin iki değişik siyasi
ve sosyal yaklaşımı olabilir:
Bir modele göre devlet vatandaşlarının refahı için
başta gelen birinci merci ve mesuliyet yükü taşıyan kurumdur. Bu teoriye göre
devletin mesuliyeti çok geniş kapsamlıdır çünkü bir vatandaşın refahının her
yönü üzerinde devlet mesuliyet yüklenmiştir ve bu mesuliyete hiçbir istisna
olmadan ülkenin tüm kişileri üzerinedir.
Diğer yaklaşıma göre refah devleti devletin vatandaşlarının
hayat standartlarının iyice belirlenmiş asgari standartların altına düşmemesi
için bir "sosyal güvenlik sağlama ağı" yaratılmasıdır.
"Refah devleti" ve "refah toplumu"
İngilizce konuşulan ülkelerde (özellikle ABD'de) bazı kavramsal karışıklıklara
yol açmış ve bu önemli tartışma konusu olmuş ve olmaktadır. ABD'de ve bazı
diğer ülkelerde asgari refah seviyesi merkezsel devlet tarafından garanti
edilip doğrudan doğruya bir merkezden sağlanmamaktadır. Ama her vatandaşın bu
refah seviyesine yetişmesi için, bağımsız gönüllüler, hem kar gütmeyen özel
sosyal kurumlar ve hem de azami kar hedefli özel şirketler, ve mahalli ve çok
az da olsa merkezi hükümet mercileri tarafından bilesik olarak katkılar
yapmaktadır. Bu bileşik katkıya "refah sosyetesi" veya "refah
sistemi" adı verilmektedir. Bazı tanımlara göre ise buna karşıt olan
"refah devleti" kamu sektöründen dolaylı olarak subvansiyon verilmesi
gerekli kişilere yapılan fon aktarımıdır ve bu aktarılan fonların baş kaynağı
ise eşit dağılım prensiplerine uyan (progresif) vergileri veren özel sektördür.
Örneğin okul ücretsizdir ve hastaları tedavi etmek
devletin görevidir. Devlet, işsizlere ve az gelirli kişi veya ailelere gelir
subvansiyonu yapabilir. Aynı şekilde devlet kendi evini satın alamayacak ve
özel kiralık ev piyasasındaki yüksek kiralar veremeyecek kadar fakir olanlara,
ya subvansiyon olarak ev kirası verebilir veya ucuz kamu malı kiralık ev yapıp
bunları maliyet altında kiraya verebilir. Bunu yapmak için yüksek vergiler
konması gerekebilir. Eğer vergi sistemi progresif ise genellikle zengin
insanlar en fazla vergi verenlerdir. Progresif vergi hadlerı değişkendir, bunun
nedeni, geliri daha az olanların vergilerini rahatlıkla ödeyebilecek durumda
olmasını sağlamaktır. Örneğin Birleşik Krallık'ta, yoksul insanlar, daha
zenginlere göre, gelirlerinin daha küçük bir yüzdesini vergi olarak
vermektedir. Ayrıca KDV, alınması zaruri olmayan şeylere konur.
iv-)Emeğin Değeri ve Üstünlüğü:EMEKÇİNİN ALINTERİNİN
YERE DÜŞMEDEN EMEĞİNİN HAKKININ VERİLMESİ.TİCARETTE VE ÜRETİMDE HERŞEYİN EMEK
ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ.EMEĞİN HER TÜRLÜ SÖMÜRÜSÜNE KARŞI DURMAK
-)Adalet ve Hakkaniyet:Adalet, hakkın gözetilmesi ve
yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle
sağlanır.
Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu
içerir. İnsanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve
din kurallarıyla da ilişkilidir ve tarih boyunca tartışmalı bir alan olmuştur.
Düşünürler eski çağlardan beri adalet kavramıyla
ilgilenmişlerdir. Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin
bölümler bulunur.
Eski Yunan düşünür Platon’a göre adalet en yüce
erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır.
Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı
oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir
hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Örneğin, günümüzde
kişinin tükettiği herhangi bir maldan alınan katma değer vergisi adil bir vergi
değildir. Çünkü kişinin gelir düzeyini dikkate almaz. Buna karşılık, kişinin
geliri üzerinden alınan ve gelir düzeyi yükseldikçe vergi oranının da arttığı
gelir vergisi daha adil bir uygulamadır.
18. yüzyılda Aydınlanma Çağı düşünürleri adalet kavramını
daha dar biçimde tanımladılar. Onlara göre hukuka ve hukuksal eşitliğe uygunluk
adalet için yeterlidir. Ne var ki, hukuk düzeni her zaman adil olmayabilir.
Çünkü hukuk yasaların her durumda aynı biçimde uygulanmasını gerektirir. Oysa
yargıç herhangi bir olayda yasayı uygularken, durumun özelliklerini de göz
önünde bulundurmak zorundadır. Böylece genel bir nitelik taşıyan yasanın eksik
yanları uygulamada giderilebilir ve adalete daha çok yaklaşılabilir.
vi-)Bireycilik:BİR TOPLUMUN HUZUR VE REFAH SEVİYESİ O
TOPLUMU OLUŞTURAN BİREYLERİN NE KADAR ÖZGÜR OLDUKLARIYLA DOĞRU ORANTILIDIR.BU
BAKIMDAN ÖNCE TOPLUMU HEDEF ALARAK BİREYLERİN VE BİREYLER ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN
DEVLET TARAFINDAN YENİDEN DÜZENLENMESİ GEREKİR.
Bireycilik ya da individualizm, bireyin özgürlüğüne
büyük ağırlık veren ve genellikle kendine yeterli, kendi kendini yönlendiren,
görece özgür bireyi ya da benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesidir.
Bireycilik, her şeyden önce insanlığın toplumsal birliklerden değil,
bireylerden oluştuğu düşüncesine dayanır. Bu varlıklar, biri diğerinden
ayrılamaz ve indirgenemez varlık özelliği taşırlar. Duygulanımları, hareketleri
ve düşünceleri kendilerine aittir. Bireycilik, bir değerler sistemi olduğu
kadar, insan yapısıyla ilgili bir kuram, genel bir davranış biçimi ve belirli
siyasal ekonomik, toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına
gelir. Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik, özgüvene, gizliliğe ve
başka bireylere saygı göstermeye büyük önem verir. Otoriteye ve birey
üzerindeki özellikle devlet tarafından uygulanan her türlü denetime karşı
çıkar. Ayrıca "ilerleme"ye inanır, ilerlemenin bir aracı olarak da
bireye farklı olma hakkı tanınır. Yalnızca en aşırı bireyciler anarşi
yanlısıdır. Ama çoğu devletin bireylerin yaşamına en az karışması gerektiğine,
bireylerin birbirleriyle çatışmasını önlemek ve gönüllü olarak varılmış
anlaşmaların uygulanabilmesi için yasaları ve düzeni koruma görevini üstlenmek
zorunda olduğuna inanır. Bireycilik, devleti zorunlu bir olumsuzluk olarak
görme eğilimindedir ve "en iyi yönetim, en az yönetimdir" sloganını
benimser)
vii-)Üniter Devlet:Üniter devlet, merkezi idarenin
üstünlüğüne dayalı ve idari birimlerin (ulusal ölçeğin altındaki birimlerin)
sadece merkezi yönetimin devretmeyi uygun gördüğü yetkileri kullanabildiği, tek
bir birim olarak yönetilen devlet. Dünya devletlerinin büyük çoğunluğu üniter
devlettir.
viii-)Ulus Devlet:Ulus devlet, meşruiyetini bir ulusun
belli bir coğrafi sınır içindeki egemenliğinden alan devlet şeklidir. Devlet
politik ve jeopolitik bir varlık, ulus ise kültürel ve/veya etnik bir
varlıktır. Ulus devlet kavramı ise bu ikisinin belli bir coğrafyada örtüştürür,
ve böylelikle kendisinden önce gelen devlet yapılarıyla büyük ölçüde
farklılaşır.
Tarihteki diğer devletlerden farklı olarak, ulus
devlet modelinde devleti oluşturan tüm vatandaşların ortak bir dil, ortak bir
kültür ve ortak değerleri paylaşması esastır. Ayrıca ulus devlet kavramı her
milletin kendi kaderini tayin ve otonomi hakkına sahip olduğu fikrini içerir.
Bu özelliğiyle dünyadaki birçok milliyetçi harekete ilham kaynağı olmuştur.
ix-)Pragmatizm (Faydacılık):Herşeyde öncelikli olarak
devletin toplum yararını gözetmesi (Doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak,
yalnızca eylemlerin sonuçları ile değerlendiren ve onlara yalnızca sağladığı
“fayda” açısından bakan akıma felsefede, pragmatizm adı verilir. Bu akıma göre
gerçeklik ve doğruluk insanın bakış açısından, kanaatlerinden, dolayısıyla da
eylemlerinden bağımsız değildir. Bundan dolayı, gerçeklik, doğruluk ve insan
eylemlerinin sonuçları, sağladığı başarı ve yararlarla değerlendirilir)
Atatürk'ün Devletçilik ile ilgili sözleri:
Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel
teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin
ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket
ekonomisini devletin eline almak. (1936)
Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat
ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)
Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla
beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. (1937)
4-)ATATÜRKÇÜ MİLLİYETÇİLİK ya da YURTSEVERLİK:
Her
Ferdin kendi varlığını,kişisel çıkar ve menfaatlerini bir yana bırakarak
dil,din,ırk,cinsiyet eyırt etmeden bütün etnik unsurlarıyla birlikte
"Yurt" adı verilen toprak bütünlüğüne ve bu topraklar üzerindeki
halkların birliğine adaması.Yurda gönülden bağlılık ve muhabbet beslemesi.
i-)Milli Birlik ve Beraberlik:
Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve
millet ayrı ayrı şeyler değiliz. (1919)
Biz millî varlığın temelini,millî şuurda ve millî birlikte
görnıekteyiz.(1936)
Toplu bir milleti istilâ etmek, daima dağınık bir milleti
istilâ etmek gibi kolay değildir. (1919)
ii-)Dayanışma:ULUS İÇERİSİNDEKİ GRUPLAŞMALARI ÖNLEMEK
AMACIYLA ULUSUN FERTLERİNİN HER AÇIDAN SOSYAL KURUM,DERNEKLER VE SİVİL TOPLUM
ÖRGÜTLERİ,TWITTER,FACEBOOK VE DİĞER TEKNOLOJİK İMKANLAR ARACILIĞIYLA
BİRBİRLERİNE DESTEK OLMASI, SORUNLARINI ORTAKLAŞA PAYLAŞMALARI VE BERABER ÇÖZÜM
BULMALARI,MÜCADELE ETMELERİ
iii-)Barışçılık:"YURTTA SULH CİHANDA SULH"
iv-)Özgürlükçülük:"BİRİNİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN BİTTİĞİ
YERDE DİĞERİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ BAŞLAR" İLKESİNE BİNAEN BİREYSEL VE TOPLUMSAL
OLARAK HER ALANDA ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLAYICI BÜTÜN MENFİ ETKENLERİ ORTADAN
KALDIRARAK MUTLAK ÖZGÜRLÜĞÜ BÜTÜN İNSANLAR ARASINDA
"İNSANİYET","HAKKANİYET" VE "ADALET" ÇERÇEVESİNDE
TEMİN ETMEK.
v-)İnsan ve İnsanlık Sevgisi:
İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine
boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları
mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara
birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan
hareket ve enerjidir. (1931)
Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı
olanların düşmanıyız. (1936)
vi-)DOĞANIN VE DOĞAL YAŞAMIN KORUNMASI:Yurdun ve çevrenin
çarpık kentleşme anlayışından bertaraf edilerek doğal zenginliklerinin,güzelliklerinin
ve dengesinin Ulus'un çıkar ve menfaatlerine uygun olarak korunması ve daha
bayındır hale getirilmesi.Bu yolla gelecek nesillere temiz ve esenlikli bir
doğal yaşamın bırakılması.
Atatürk'ün Milliyetçilikle ilgili sözleri:
Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti
denir. (1930)
Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu,
Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin
damarlarıdır. (1932)
Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk
milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun
fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de
o kadar kuvvetli olur. (1923)
5-)DEVRİMCİLİK:
Muasır Medeniyetin gerektirdiği
siyasi,teknolojik,sosyal...vs çağdaş gelişmelere ve yeniliklere Türkiye
Cumhuriyeti Ulusu'nun karakter ve kişiliğine uygun olma açısından
değerlendirerek tüm bağnaz ve çağ dışı unsurlardan ayrı sürekli ilerleme
ülküsüyle müspet ilim ışığında açık ve uyumlu olmak
İ-)İlericilik ve Yenilikçilik
ii-)Çağdaşlaşma:
MODERNİTE:Modernite, Avrupa'da yaklaşık olarak 17. yüzyıl
civarında ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan toplumsal değerler
sistemine ve organizasyonuna verilen isimdir.[1] Genel anlamda gelenek ile
karşıtlık ve ondan kopuşun; bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının
tamamındaki dönüşümü ya da değişimidir. Anthony Giddens'a göre moderniteyi
özgün yapan niteliklerinden biri devamsızlık özelliğidir. Marxist felsefeye
dayalı tarihsel materyalizme dayanan bu düşünceye göre özellikle modernite öncesi
ile modernite arasında oldukça belirgin bir kırılma söz konusudur. Modernite,
toplumsal ve bireysel hayatın her aşamasını hem derinden, hem de geniş bir
açıdan sarsmış ve değiştirmiştir.
MODERNİZM: Kültürel bağlamda modernizm, 19. yüzyılda
geleneksel anlamdaki edebi, sanatsal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın
geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır.
Modernist hareketin 19. yüzyıl ortasında Fransa'da ortaya
çıktığı kabul edilir. Modernizm kabaca 1884-1914 yılları arasında hüküm sürmüştür.
Temelde dayandığı fikir, geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve
günlük yaşamın artık zamanını doldurduğu ve bu yüzden bunların bir kenara
bırakılıp yeni bir kültür icat edilmesi gerektiğidir. Modernizm ticaretten
felsefeye her şeyin sorgulanmasının gerekliliğini savunur. Böylelikle kültürün
öğeleri yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir. Modernizme göre 20. yüzyılın
ortaya çıkardığı yeni değişiklikler ve yenilikler kalıcıydı, aynı zamanda yeni
oldukları için 'iyi' ve 'güzeldi' ve toplum dünya görüşünü bu öngörülere göre
gözden geçirip uyarlamalıydı.
Modernizm tanınmış gelenekleri kıran bir stil anlatmak için
kullanılmıştır.Yeni bir çağında duyarlılığına daha yerinde formları yaratmayı
amaçlamıştır. Bazıları 20. yüzyılda gözlemlenen modernizmi
"modernizm" ve "postmodernizm" olmak üzere iki harekette
incelerler. Fakat bazı görüşlere göre modernizm ve postmodernizm bir hareketin
sadece iki farklı açısıdır.
/MODERNLEŞME/çağdaşlaşma:Eski ve geleneksel değerlerin
çağdaş yaşama uyarlandığı ve ileri teknoloji,yenilik ve bu doğrultudaki yeni
yaşam biçimlerinin topluma hakim kılındığı sosyal,kültürel ve siyasi
gelişmelerin bütünlüğü
iii-)MEDENİYETÇİLİK(Muasır Medeniyet):TÜRK ULUSUNU EVRENSEL
UYGARLIK VEÇAĞDAŞLIK SEVİYESİNE VE HATTA BUNUN İLERİSİNE TAŞIMAK.MUASIR
MEDENİYET BİLİNCİNİ VE MEDENİYETİN TEMELLERİNİ OLUŞTURAN TÜM DEĞERLERİ ULUSA VE
ULUSU OLUŞTURAN BÜTÜN FERTLERE HAKİM KILMAK.MEDENİYETTEN YOKSUN KÖY VE
KASABALARI ASGARİ DÜZEYDE ÇAĞDAŞ MEDENİYETİN İMKANLARINA ERİŞTİRMEK.
MUASIR MEDENİYET NEDİR?ATATÜRK'ÜN İFADE ETTİĞİ BİÇİMDE
MUASIR MEDENİYET EVRENSEL UYGARLIK VE ÇAĞDAŞLIK SEVİYESİ ANLAMINA GELİR.YANİ
İNSANLIĞIN ORTAK SOSYAL,SANATSAL,FELSEFİ,SİYASİ,BİLİMSEL,KÜLTÜREL,ENDÜSTRİYEL
VE TEKNOLOJİK ALANLARDA ULAŞTIĞI NİHAİ YAŞAM SEVİYESİ VE KALİTESİDİR.
iv-)POZİTİVİZM:Felsefede olgularla desteklenen ya da
olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu
görüşü.Genel çizgileriyle olguculuk, deney konusu edilebilecek olgularla
ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu
vurgular.
v-)HÜMANİZM:Genel olarak akıllı insan varlığını tek ve en
yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlâki gelişiminin,
rasyonel ve anlamlı bir biçimde, doğaüstü alana hiç başvurmadan, doğal yoldan
gerçekleştirilebileceğini belirten, ve bu çerçeve içinde, insanın doğallığını,
özgürlüğünü ve etkinliğini ön plana çıkartan felsefi akım
vi-)Radikalizm veya köktencilik; köktenci yöntemlerle
değerler sistemi ve devrimsel yollar çerçevesinde toplumsal değişim ve toplumsal
yapılara odaklanan siyasi ilkeleri savunur. Latince "kök" anlamına
gelen radix sözcüğünden türemiştir. Kullanımı toplumsal düzeni büyük oranda
etkileyen değişimler içeren aşırı siyasi reformlar üretmeye çalışmak veya
bunları desteklemek.Radikalizm başlı başına aşırı bir siyasi görüşe inanmak
veya aşırı bir siyasi görüşü desteklemek olabileceği gibi, aşırı olmayan veya
aşırı bir görüş olarak doğmamış bir siyasi düşünceyi aşırı unsurlarla yeniden
ele almak olabilir. Aşırılık anlayışı subjektif olabileceği için radikalizm
görüşü de subjektif olabilir.
vii-)Akılcılık ve Bilimsellik:
a) Bilimsellik:
Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı
için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. (1924)
Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet
yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir. (1933)
b) Akılcılık :
Bizim; akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin
özelliği-mizdir. (1925)
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. (1926)
Atatürk'ün Devrimcilikle ilgili sözleri:
“Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye
Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum
haline getirmektir Devrimlerimizin asıl gayesi budur .
30.08.1925, Kastamonu
“Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni
bir çağa götürdük Birçok eski kurumu yıktık Bunların binlerce taraftarı vardır
Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir Ulusun ve devrimin içeriden ve
dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün ulusalcı ve
cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.”
"Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan
alıp yeni bir çağa götürdük." (1925)"
6-)ATATÜRKÇÜ LAİKLİK:
i-)Seküler Toplum:Din'in hiçbir devlet müdahalesine maruz
kalmadan salt Ulus'un ve Fertlerin dini veya geleneksel adet ve
alışkanlıklarına tahsis edilmesi.Din'in ve dini yaşam biçimlerinin bireyler
arası ilişkilerde etkin rol oynaması.Devletin ve hiçbir siyasi otoritenin
bireyin "hür vicdan","hür düşünce" ve "hür
inanç"larına müdahalede bulunmaması.Binaenaleyh bireylerin toplumsal ve
kamusal olmak üzere hayatın her alanında kendi inançlarına uygun olarak
alışkanlıklarını ve yaşam tarzlarını hiçbir ideolojik veya her türden baskı ve
dayatmaya tabi olmadan sürdürebilmesi ve bu yönde örgütlenebilmesi.Hiçbir
otoritenin bireyin ve toplumun dini yaşamının üstünde tutulmaması (Bu ülkede
yıllarca sözde Laiklik adına başörtüsü zulmü yaşanmıştır.Halbuki Atatürk'ün
hayatına baktığımızda annesinin ve karısının dahası o zaman ki kadınların da
başörtüsünü bırakın çarşaflı olduğu görülecektir.Bu sizlere hiçbirşey ima
etmiyor mu ey Atatürkçüler ve müminler!)
ii-)seküler devlet:Devletin her düşünce,ideoloji ve inanca
karşı bağımsız olması.Böylelikle toplumu oluşturan her türlü dini eğilime
tarafsız kalarak eşit ve adil muamele de bulunabilmesi.Devletin dini
kurumlarının din adına söz ve yetki sahibi olmaktan çok herhangi bir mezhepsel
anlayıştan bağımsız toplum içerisindeki her inançtan insana sağlıklı ve ilmi
bir dini hizmette bulunabilmesi
iii-)Din.İnanç,Düşünce ve Vicdan Özgürlüğü:Toplum
içerisindeki her türden düşünce ve dini inanca mensup olanlara herhangi bir
devlet denetiminden bağımsız hukuk önünde eşit ve özgür haklar tanımak.Her
türlü dini inanca yer vermek ve fertlerin bu inançlar doğrultusunda kurduğu
birlikteliklere ve gerçekleştirdiği faaliyetlere(dini
organizasyonlar,basın,yayın...vs) müdahalede bulunmamak.Devletin toplum
içerisindeki her türden dine mensup olanlara(çocuklara ve gençlere) eşit
parasız dini eğitim ve hizmetler sunması ve toplumun gücünün yetmediği
alanlarda dini icraatlerde bulunması(cami,külliye yapımı,hac ve umre
etkinlikleri,dini yayınlar ve araştırmalar,dini bayram ve günlerin
düzenlenmesi...vs)
iv-)Hoşgörü:Devletin ve bireylerin toplum içerisindeki
her türlü dini inançlara veya hiçbir dini inancı olmayana eşit ve adil olarak
müsamaha göstermesi.Devletin toplumu oluşturan bireylerin dini inançlarına ve
yaşam biçimlerine karşı yansız ve tarafsız müdahaleci olmayan bir tavır
sergilemesi
Atatürk'ün Laiklikle ilgili sözleri
"Türkiye Cumhuriyetinde, her yetişkin dinini seçmekte
hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet
hürriyeti vardır. Tabiatiyle ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz;
siyasi gösteri şeklinde de yapılamaz. Geçmişte çok görülmüş olan bu gibi
durumlara artık Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz."
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta
serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz
sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt
ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat
vermeyeceğiz.
"Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek
değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.
1930"
"İslam dini hürriyet-i efkara maliktir"
"Bizim dinimiz, akla en uygun
ve en doğal bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin
doğal olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması gereklidir. Bizim
dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal yaşamında, hiç
kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde
böyle bir hak görenler, dinî emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde
ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmek
zorundayız. Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere
muhtaçtır; orası da Okuldur. 1923"
KURUCU:ÇAĞDAŞ ÖZGÜR DÜŞÜNCE BİRLİĞİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder