13 Haziran 2018 Çarşamba

BİLGİ: "CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ HALK HAREKETİ" KURUCU: ÇAĞDAŞ ÖZGÜR DÜŞÜNCE BİRLİĞİ


CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ HALK HAREKETİ
TANIM:
CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ HALK HAREKETİ(CDHH), HER AÇIDAN CUMHURİYET VE DEMOKRASİ ÜLKÜSÜNE VURGU YAPAN;TEMELDE "ATATÜRKÇÜLÜK" MEFKURE VE İDEOLOJİSİNİ SAVUNAN DEMOKRATİK VE BAĞIMSIZ BİR HALK HAREKETİDİR.CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ HALK HAREKETİ AŞAĞIDAKİ UMDELERDEN OLUŞUR:
ULUSAL ÜLKÜ:
TÜRK HALKININ DİNİ, MUHAFAZAKAR,MİLLİ VE MANEVİ DUYGU VE DEĞERLERİNİ BUNUN YANINDA DEVLET GELENEĞİNİ KORUMAK SURETİYLE SÜREKLİ BİR İLERLEME ÜLKÜSÜYLE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE VE ÖZGÜRLÜKÇÜ, EŞİTLİKÇİ, ÇOĞULCU, KATILIMCI VE PARLAMENTER DEMOKRASİ ANLAYIŞINI  TÜRKİYE CUMHURİYETİ HALKININ VE DEVLET DÜZENİNİN BÜTÜN KURUMLARINA VE KATMANLARINA YAYMAK VE BU  TEMELDE MEVCUT DÜZENİ YABANCI GÖRÜŞLERDEN ARINMIŞ VE ÇAĞDAŞ YORUMLARLA GÜNCELLEŞTİRİLMİŞ KATIKSIZ ATATÜRKÇÜLÜK İLKELERİNE GÖRE MÜSPET İLİM AÇISINDAN YENİDEN YAPILANDIRMAK
ULUSLARARASI ÜLKÜ: 
ATATÜRKÇÜLÜK İDEOLOJİSİNİN, DÜŞÜNCE VE YAŞAM BİÇİMİNİN TÜM EZİLEN VE SÖMÜRÜLEN DOĞU HALKLARINDA(Türki Cumhuriyetler,İslam Ülkeleri,Ortadoğu coğrafyası) VE 3. DÜNYA ÜLKELERİNDE YAYGINLAŞMASINI SAĞLAMAK YOLUYLA TÜRKİYE CUMHURİYETİ LİDERLİĞİNDE "ÇAĞDAŞ DOĞU BİRLİĞİNİ" GERÇEKLEŞTİRMEK
TEMEL İLKELER:
1-)CUMHURİYETÇİLİK:
Cumhuriyet, hükümet başkanının, halk tarafından belli bir süre için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimi olarak söylenebilir. egemenlik hakkının belli bir kişi veya aileye ait olduğu monarşi ve oligarşi kavramlarının zıttıdır.
Cumhuriyet yönetimlerinin temeli seçimdir. Egemenliğin halka ait olduğu tek yönetim biçimidir. cumhuriyet rejiminde yasaları koyacak kişiler, yani meclis seçim ile belirlenir. Sınıf ve cins ayrımı olmaksızın herkesin yönetime katıldığı yönetim biçimidir. Kısaca halkın kendi kendisini yönetebildiği, egemenliğin ulusa ait olduğu ve herkesin eşit haklara sahip ve özgürce haklarını kullandıgı yönetim biçimidir diyede tanımlanabilir.
Cumhuriyetçilik nedir?
Cumhuriyetçiliğin kelime anlamı : “Yönetim biçimi olarak millet egemenliğine dayalı, cumhuriyet rejimini öngörmek ve bunu bir yaşam biçimi olarak benimsemektir.“ Batı dillerinde Cumhuriyetin karşılığı ise, ulusun kendi kendisini yönetmesi olarak bilinmektedir.
Atatürk, Cumhuriyet için; “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare” ifadesini kullanmıştır.
Türk devrim sürecinde 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı olmuştur.
Cumhuriyet yönetimi 1923 yılından itibaren anayasaya eklenmiştir ve anayasanın birinci maddesidir. Anayasanın ikinci maddesinde de Cumhuriyetin nitelikleri belirtilmiştir. Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.
Atatürk demokratik cumhuriyeti benimsemiştir. Bununla ilgili olarak “Demokrasinin tam ve en belirgin şekli cumhuriyettir” demiştir. Aynı zamanda Atatürk, Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet ederek ülkenin sürekli yenileşme ve çağdaşlaşma içinde olmasına çalışmıştır.
Cumhuriyet'in tarihçesi
Cumhuriyet kelimesi Arapça kökten 18. yüzyılda Osmanlı Türkçesinde türetilmiş bir isimdir. Arapça cumhur kökü "bir araya toplanma, topluluk oluşturma", bu kökten türeyen cumhur ise "cemiyet, toplum, kamu" anlamına gelir. 18. yüzyıl Avrupa'sında monarşi ile yönetilmeyen Hollanda, İsviçre (ve 1789 Devrimi sonrasında Fransa) gibi ülkeleri tanımlayan Latince respublica ile Fransızca république sözcüğünün türkçe çevirisi olarak benimsenmiştir. Latince res publica klasik kullanımda "kamusal olan" anlamındadır. Bir topluluğa onların birleştirmek suretiyle halk olma özelliğini kazandiran, kamusal nesne anlamına gelir. Bu hal monarşiye karşı, devlet başkanının halk tarafından seçildigi ve halk iradesince meşrulaştırıldığı devlet şekli anlamında kullanılmıştır. Osmanlı Devletinde Cumhuriyet fikri ilk kez 1870'li yıllarda Genç Osmanlılar ve Mithat Paşa tarafından (açıkça savunulmaksızın) tartışılmıştır..
Cumhuriyetçiliğin özellikleri nelerdir?
1- Halkın kendi kendisini yönetmesi ilkesine dayanır.
2- Çok partili sistemi öngörür.
3- Türk İnkılabının siyasal görünüşüdür.
4- Cumhuriyet yönetimlerinin temeli seçimdir.
5- Egemenliğin halka ait olduğu tek yönetim biçimidir.
6- Cumhuriyet rejiminde yasaları koyacak kişiler, yani meclis seçim ile belirlenir.
7- Sınıf ve cins ayrımı olmaksızın herkesin yönetime katıldığı yönetim biçimidir.
"Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir.
 Cumhuriyet bir rejim, demokrasi ise cumhuriyetin uygulanış şekillerinden biridir. Demokratik cumhuriyetin yanında dini cumhuriyet, oligarşik cumhuriyet ve sosyalist cumhuriyet biçimleri vardır. Demokratik cumhuriyetlerde, meclisi ve ülkenin başkanını belli aralıklarla halkın seçmesi temeldir. Bu sistem genellikle Kara Avrupa’sında kabul görmüşken örneğin İngiltere’de ülkenin başında görünüşte halkın seçmediği bir kral ya da kraliçe bulunmasına rağmen yönetim halkın elindedir (oligarşik cumhuriyet).
Bir cumhuriyetin tam demokratik cumhuriyet olabilmesi için, gönüllü birlikteliklerle bir arada bulunan o ülke halklarının tüm kesimlerinin, çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerine doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına olanak veren bir devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi gerekir.
 i-)Çoğulcu,Eşitlikçi,Katılımcı,Özgürlükçü,Parlamenter Demokrasi:Bireysel özgürlükleri sekteye uğratan yasakların ortadan kaldırıldığı;herkesin hukuk önünde dil,din,ırk,cinsiyet ayırt etmeden eşit olduğu;toplumun her kesiminin yönetime katıldığı;her türlü politik ve partici anlayışın veya ideolojilerin temsil edildiği;yönetimde her kesimden seçmenlerin seçtiği ulus vekillerinin oluşturduğu meclise tabi olan demokrasi biçimi
 Demokrasinin Temel İlkeleri
 a.Milli Egemenlik: Yönetme yetkisinin millete ait olması demektir. Demokraside egemenlik halka aittir.
 Halkın iradesi ve egemenliği, belirledikleri temsilciler aracılığıyla gerçekleşir. Halk temsilcilerini belirli bir süreliğine seçer; temsilciler de halk adına yasalar yapar. Ülke bu yasalara göre yönetilir.
 Not:ülkemizde yerel seçimler 5 yılda bir, genel seçimler 4 yılda bir yapılmaktadır.Bunun yanında  yeni yasaya göre 2014 yılından itibaren cumhurbaşkanı da 5 yılda bir seçilecektir
 b. Seçme Seçilme Hakkı: Seçme ve seçilme hakkı, demokrasinin sağladığı temel haklardan biridir. Temsilciler seçimle belirlenir. Halk, temsilcilerine kendisi adına yönetme yetkisini belirli bir süre için verir.
 Demokrasilerde gizli oy kullanma,serbest seçim, açık sayım ilkesi geçerlidir.ülkemizde 18 yaşını dolduran,akli dengesi yerinde olanlar oy kullanabilir. askerlik vasifesini yerine getirmekte olan er ve erbaşlar,askeri öğrenciler ve hükümlüler ise oy kullanamazlar
 c. Katılım: Demokrasiler etkin ve aktif yurttaşlara gereksinim duyar. Yurttaşlar seçme ve seçilme haklarıyla yönetime iradesini yansıtır; bunun yanında sivil toplum kuruluşlarındaki etkinliğiyle hakların takipçisi olur.
 d. Özgürlük: Özgürlük, bireyin, başkalarının haklarına zarar vermeden istediğini yapabilmesidir. Demokrasinin olmadığı yerde özgürlük ve insan hakları, özgürlük ve insan haklarının olmadığı yerde de demokrasi olmaz.
 e. Eşitlik: Eşitlik, hakların kullanılmasında ayrım yapılmamasıdır. Demokraside eşitlik, yasalar önünde eşitliktir. Yasalar herkese aynı biçimde uygulanır; herhangi bir kişiye, aileye, zümreye ayrıcalık tanınmaz.
 f. Çoğulculuk: Demokraside her görüşe, anlayışa, inanışa saygı gösterilir. Bu görüş ve anlayışların siyasi partilerle temsil edilmesine fırsat verilir. Seçimlere birden fazla siyasi parti katılır. Böylece farklı görüş ve düşünceler yönetimde kendini ifade olanağı bulur.
 g. Çoğunluk: Demokraside çoğunluk ilkesi aranır. Seçimlerde Çoğunluğu elde eden parti iktidar olur. Diğer partilerde muhalefeti oluşturur. Demokraside çoğunluğun yanında azınlığında hakları korunur.
 h.Hoşgörü: Demokrasi hoşgörü rejimidir. Farklılıklar ve farklı unsurlar demokraside birbirlerine tahammül etmeyi, birbirleriyle uzlaşmayı öğrenirler.
 ı.Hukuk Devleti: Hukuk Devleti, yurttaşlarına hukuk güvenliği sağlayan, yöneticilerinde hukuka bağlı olduğu devlettir. Hukuk Devletinde Yasalar anayasaya uygundur; yargı bağımsızdır. Devletin yaptığı bütün işler yargı denetimine açıktır. Tüm vatandaşlar kanun önünde eşittir. Demokrasilerde hukukun üstünlüğü ilkesi benimsenir. İktidar hiçbir kimse ya da grubun tekelinde değildir.
 i.Kuvvetler Ayrılığı: Demokrasilerde kuvvetler ayrılığı ilkesi uygulanır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi (yasama. yürütme, yargının ayrı organlarda temsil edilmesi) iktidar tekelini kıran bir uygulamalıdır.
 Atatürk'ün Cumhuriyet ve Demokrasi üzerine sözleri:
 Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924)
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. (1933)
Cumhuriyet, yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.... (1925)
Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilâtıdır ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925)
 ii-)Milli Egemenlik:
 Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. (1923)
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla millî egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır. Bundan dolayı; hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. (1923)
 iiii-)Milli Bağımsızlık:
 Millî Bağımsızlık(antiemperyalizm ve tam bağımsızlık):
Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, İktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam seferberlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. (1921)
Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O, ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır. (1923)
 iv-)Antiemperyalizm:Anti emperyalizm, emperyalizm karşıtlığını belirtir. Sadece siyasi ve ekonomik bir karşıtlık olmayıp, emperyalizmin kültürel baskılarına ve ele geçirme süreçlerine de bir karşıtlıktır.
 Kavramın içeriği ve tarihçesi
Genellikle anti emperyalizm, farklı dil ve kültürdeki komşu ülkelere karşı girişilecek fetih savaşlarına da karşıdır. Kısaca, bir ülkenin kendi sınırları dışına yayılmasına da karşıdır. Anti emperyalistlere bir örnek de Roma'daki Cumhuriyetçi senatörler ve 1898'de İspanyol-Amerikan savaşından sonra kurulan American Anti-Imperialist League adındaki anti emperyalist kuruluştur.
 "Emperyalizm" kavramı İngilizceye 1870'lerde İngiliz Başbakanı Benjamin Disraeli'nin aşırı agresif ve ses getiren sömürgeci politikaları sonucunda girmiştir. Bu kelime bu politikaları destekleyen Richard Chamberlain tarafından kullanılmıştır. Emperyalizm bazılarına göre idealist ve hayırsever bir politikadır. Bir başka görüşe göre "Emperyalizm" kapitalist aç gözlülüğün ve kişisel çıkarlara uygun olarak oluşturulan politikalar ile karakterize edilmiştir. John A. Hobson ve Marksist Lenin bu kavrama daha teorik ve makro ekonomik anlam eklemişlerdir. Sol görüşlü birçok teorisyen emperyalizmin bu yapısal veya sistematik yönünü vurgulayan görüşleri benimsemiştir. Bu tip yazarlar 19. yüzyılın son birkaç on yılını kapsayan kavramı genişleterek yüzyıllara yayılmış Christopher Colombus'a hatta Haçlı Seferlerine kadar uzanan bir dünya sistemine verilen isim haline getirmişlerdir. Kavram, tarihsel süreç içinde yayılınca çoğunlukla birbirine paralel beş farklı ekseni ortaya çıkmıştır. Ahlaki, iktisadi, sistemik, kültürel ve maddi. Bu kavramın bu şekilde evrilmesi, güce ve özellikle batılı güce karşı büyüyen bir rahatsızlık ve hatta tiksinme oluşturmuştur.
 Kapitalizm, aristokrasi ve emperyalizm arasındaki ilişki tarihçi ve siyaset bilimciler tarafından uzun süredir tartışılmaktadır. J. A. Hobson (1858-1940), Joseph Schumpeter (1883-1950), Thorstein Veblen (1857-1929) ve Norman Angell (1872-1967). Bunlar gibi marksist olmayan yazarlar 1. Dünya savaşı ve iki savaş arası dönemde oldukça üretkendirler. Özellikle emperyalizmin 1950'lerde Avrupa ve ABD'ye askeri ve siyasi etkileri konusu çalışılmıştır. Hobson'a göre yapılacak sosyal reformlar emperyalizmin olumsuz etkilerini iyileştirici nitelikte olabilir. Hobson'a göre devletin vergi politikaları yoluyla müdahalaleri daha geniş tüketimi sağlayacak, zenginliği artıracak ve barışçı bir uluslararası dünya düzeni kurulmasını sağlayacaktır. Tersi ise, devletin rantiyecilere ve faizden para kazananlara müdahale etmemesi halinde, sağlıksız bir toplumsal yapı ve emperyalizmi getirecektir.
 2-)HALKÇILIK:
Halk, belirli bir zamanda bir ülkede oturan, yazgısını, mutluluğunu o ülkeye bağlamış olan insanların bütünüdür. Türk halkı dendiği zaman, Türkiye’de yaşayan, devlete bağlı, mutluluğunu bu ülkenin mutluluğuna bağlı gören insan topluluğu anlaşılır. Atatürk’e göre millet ile halk arasında yakın bir ilişki vardır. Atatürk, bu düşüncesini “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.” Sözüyle açıklamıştır. Halkçılık, halkın halk tarafından yönetimidir. Yani millî egemenliği esas alır. Bu anlayış ile halkın kanun önünde eşitliği ve idarede söz sahibi olması sağlanır. Halkçılık, Atütürkçü Düşünce Sistemi’nin, milliyetçilik millî egemenlik ve tam bağımsızlık ilkeleriyle birlikte, Millî Mücadele’nin ilk günlerinden beri üzerinde önemle durulan bir unsurudur. Yeni rejimin temel ilkelerinden biridir.
 Halkçılık, hürriyeti ve toplumsal uzlaşmayı öngörür. Halkçılık ilkesinde, insanların belli bir düzen ve disiplin içinde özgürlüklerini kullanmaları ve eşit şartlarda bütünleşmeleri esastır. Halkçılık ilkesi ile cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkeleri arasında önemli bağlantılar vardır. Atatürk, halkçılığı demokrasi ile eş anlamlı olarak görmüştür. Bu görüşünü “Demokrasi esasına dayanan hükûmetlerde egemenlik halka, halkın çoğunluğuna aittir.” Sözüyle ifade etmiştir. Halkçılık, milliyetçilik fikrinin bir sonucudur. Milliyetçilik idealleri etrafında, toplumun birliğini sağlama vasıtasıdır.
 Halkçılık ilkesi ile toplumun bütün fertleri kanun karşısında eşit sayılmış, hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınmamıştır. Halkçılık ilkesinde bütün vatandaşlar devlet hizmetlerinden eşit şekilde faydalanırlar. Atatürk, bu konuyu “Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanatkâr, asker, doktor kısaca herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.” Sözüyle açıklamıştır. Bir sosyal hukuk devletini amaçlayan halkçılık ilkesine göre, millî gelirin adil bir şekilde dağıtılması esastır. Halkçılık ilkesi ile bütün vatandaşlar uğradıkları bir haksızlık karşısında kanunların kendilerine verdiği haklarla, haksızlıklara karşı çıkabilirler.
 Atatürkçü halkçılık anlayışı, toplumun ekonomik bakımdan güçsüz kesimlerinin refah düzeyini yükseltmeyi amaçlar. Sağlıklı bir toplum düzeni ancak bu şekilde kurulabilir. Halkçılık ilkesinde sınıf ayrımına yer verilmez, çeşitli sosyal fruplar arasında iş bölümü ve dayanışma vardır.Bu nitelikleriyle halkçılık ilkesi, Türk toplumuna pek çok fayda sağlamıştır. Bu sayede halk, devletin yönetiminde söz sahibi olmuş, kanun karşısında eşitlik sağlanmış, devletin imkânlarından herkez eşit şekilde yararlandırılmış, devlet, halkın devleti olmuştur. Halkçılık ilkesi, toplum fertlerinin kaynaşıp anlaşmasını sağlayacak önemli bir uygulamadır.
 Halkçılık ilkesi, demokrasiyi öngörür. Halkın devlet yönetiminde söz sahibi olması, bu anlayışın bir sonucudur. Atatürk, bu konuyu şjyle dile getirmiştir: “…Demokrasi prensibi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olmayacağını gerektirir.” Bu görüşe göre halkçılık, demokrasi prensibinden dolayı cumhuriyetçiliğin bir sonucu olarak kabul edilmiştir.
 i-)eşitlik ve eşitlikçilik:Eşitlikçilik veya egaliteryanizm bir ya da tüm canlı varlıklar için belirli kategorilerde eşitlik talebinde bulunan düşünce biçimidir.
 Çağdaş bağlamda özellikle ırk, etnisite, cinsiyet, ve cinsel yönelim bağlamında eşitliğe dair vurgular içerir. Bu yüzden eşitlikçilik, cinsiyet eşitlik, cinsel eşitlik ve/veya ırk eşitliği vb. olarak da tanımlanabilir. Bu görüşe göre toplum renk ve cinsiyet farklılıklarını önemsemeyen bir konumda olmalıdır.
 Bu görüş genellikle herhangi bir ideolojiden veya politik düşünceden bağımsız olarak ele alınır. Feminizmle bütünleşmeden kadın haklarını destekler ya da ırkçılığı ekonomik yahut politik düzeyde ele alan görüşlerle bir tutmadan ırk ayrımına karşı çıkar.
 ii-)Toplumsal Eşitlik:Toplumsal eşitlik, belirli bir toplum veya yalıtılmış bir grup içerisindeki tüm insanların belli açılardan aynı statüye sahip olmaları durumu. Toplumsal eşitlik, yasalar önünde eşit haklar (güvenlik, oy kullanma hakkı, konuşma ve toplanma özürlüğü, mülkiyet hakkı gibi) ve toplumsal mal ve hizmetlere eşit seviyede erişmeyi içerir. Aynı zamanda ekonomik eşitlik kavramlarını da içerir; yani eğitim, sağlık ve diğer toplumsal güvenliklere erişimi. Bununla beraber eşit fırsatlar ve yükümlülükleri de içerir, böylece toplumun bütününü kapsar.
 Toplumsal eşitlik ve eşitlikçilik; toplumsal eşitlik yasal olarak zorunlu sosyal sınıfların veya kast sınırlarının olmamasını ve kişinin kimliğinin devredilemez bir parçasından doğan ayrımcılığın olmamasını gerektirir. Örneğin; cins, cinsiyet, ırk, yaş, köken, kast veya sınıf, gelir veya mülk, dil, din, mahkûmiyet, görüş, sağlık veya engellilik yasalar önünde eşit olmayan muameleye gerekçe olamaz ve haksız bir şekilde fırsatları azaltılmamalıdır.
 iii-)Hukukun Üstünlüğü:Hukukun üstünlüğü, temel olarak hukukun bir topluluktaki veya ülkedeki yayılmışlığını ve yetkisinin yüksekliğini ifade eder. Özellikle de devlet ve hükümet yetkisini elinde tutanlara karşı üstünlüğünün altı çizilir. Kavram, her ne kadar Platon tarafından yapılan savunma sırasında üstü kapalı olarak geçse de , ilk defa açıkça Aristo tarafından "hukuk yönetmelidir (hükmetmelidir)" şeklinde kullanılmıştır denilebilir. Hukukun üstünlüğü kavramı, tarihsel süreçte Avrupa'nın atlatmış olduğu monarşi, feodalizm ve kilise'nin imtiyazlı durumlarına (dokunulmazlıklarına) karşı önem kazanmıştır. Hukukun üstünlüğü ayrıca, her vatandaşın hukukun muhatabı olabileceği anlamına da gelir. Yani kimse imtiyazlı olamaz. Bu fikir, özellikle yöneticilerin hukukun altında olduğu ve hiç kimse ve hiçbir kurumun, hukukun üstünde olmadığı (örneğin ruhban sınıfının veya kralların üstünlüğü gibi) anlamına gelmektedir. Her ne kadar hukukun üstünlüğü kavramı, politikacılar, yargıçlar ve akademisyenler tarafından yaygınca kullanılsa da, kavramın anlaşılmasının son derece güç olduğu da iddia edilmektedir. Hukukun üstünlüğü kavramsal olarak şekilci ("ince") ve asli ("kalın") olarak iki yaklaşımla ifade edilebilir. İlk kavramsal yaklaşıma, yani şekilci (şekli veya usule yönelik) yaklaşıma göre, hukuk kavramının içerisindeki adalet önemli olmakla birlikte, belirleyici olan kurallar ve kanunlardır. Bu yaklaşımda adaletten çok kurallar ve kanunlar ön planda tutulur. Buna karşılık asli (veya esasa yönelik) yaklaşımda, esas olan adalettir ve kurallar ve kanunların ötesine geçilerek, gerçek anlamda adaletin (hakkın) sağlanıp sağlanmadığı sorgulanır.Günümüzde kabul gören yaklaşım ise, gerçek anlamda hukuk (hak/adalet) üstünlüğüdür. Kuralcı ve şekilci anlayışa ise karşı çıkılmaktadır.
 iv-)Fırsat Eşitliği:"Sunulan olanaklardan herkesin ayrım yapılmaksızın eşit biçimde yararlanması. 2.Bir ülkedeki eğitim, iş gibi her türlü olanaktan her bireyin eşit yararlanma hakkına sahip olması."FERTLERİN HAYATINI DEVAM ETTİRMEK İÇİN SUNULAN OLANAKLARDAN  EŞİT VE ADİL OLARAK YARARLANABİLMESİ. DİLEDİĞİ EĞİTİMİ PARASIZ VE İMTİHANSIZ ALABİLMESİ VE İSTEDİĞİ MESLEKTEN GEÇİMİNİ SAĞLAYABİLMESİ
 v-)Evrensel Hukuk İlke ve esasları:
 KAYNAK:http://t24.com.tr/yazarlar/ersan-sen/24-baslikta-hukukun-evrensel-ilke-ve-esaslari,8679
Aşağıda sıralayıp kısaca tanımladığımız hukukun evrensel ilke ve esasları, demokratik hukuk toplumlarının vazgeçilemez ve devredilemez değerlerdir. Bu ilke ve esaslar, insanlık tarihinin yüzyıllara yayılan çekişmeleri, kavgaları ve savaşları neticesinde 20. yüzyılın sonlarına doğru netleşmiş ve birçok uluslararası sözleşme ile anayasada yerini bulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, hukuk kurallarını bu ilke ve esaslar ışığında düzenleyip uygulamak zorundadır. Aşağıda, dilimizden düşürmediğimiz, ancak soyut olması itibariyle anlaşılamayan hukukun evrensel ilke ve esaslarının neler olduğuna ve kısa tanımlarına yer vereceğiz.
1- Hukuk Devleti: Hukuk kurallarına önce kendisi uyan, keyfi yetki kullanımına izin vermeyen, işlem ve eylemlerini hukukilik denetimine tabi tutulmasını engellemeyen devlettir.
2- Kuvvetler Ayrılığı: Yasama, yürütme ve idare ile yargı yetkileri olarak adlandırılan ve millete ait olan kamu kudretinin tek elde toplanmayıp, “demokratik hukuk devleti” ilkesine uygun bir şekilde kamu kudreti kullanıcıları arasında paylaştırılmasıdır.
3- Yargı Birliği: İnsanlar arasında senin mahkemen-benim mahkemem, senin hakimin-benim hakimim, senin savcın-benim savcım anlayışına hizmet etmeyecek şekilde, herkes için aynı usul ve esaslarla yargılama yapan mahkemelerin aynı çatı altında toplanmasıdır. “Yargı birliği” ilkesi, “eşitlik” ilkesinin bir sonucudur.
4- Tabii Mahkeme ve Hakim Güvencesi: Herkesin işlem veya eylem tarihinde tabi olduğu mahkeme ve hakim huzurunda yargılanması hakkıdır. Bu ilkenin bir alt derecesi kanuni mahkeme/hakim güvencesidir ki, bugün Anayasa m.37’de öngörülen bu ilke ile maalesef kanunla sonradan mahkeme ve hakimlerin değiştirilebilmesi mümkündür. İdeal olan ise, tabii mahkeme/hakim güvencesidir.
5- Eşitlik: Tüm insanlar her bakımından eşittir. Hukuki statüden kaynaklanan farklı uygulamalar, ancak zorunlu hallerde ve somut durumda duyulan ihtiyaçla sınırlı olarak mümkündür.
6- Laiklik: Devletin, toplumun ve bireylerin bağlı olacağı hukuk kuralları, bir veya birkaç dinin kural ve esaslarına bağlı kalınmak suretiyle düzenlenemez. Sosyal düzen kurallarından olan hukuk kuralları, din veya ahlak kurallarından etkilense de, her bir insanın hangi din veya ahlak anlayışına bağlı olduğu gözetilmeksizin ve tüm insanları kapsayacak şekilde düzenlenir.
7- Sözleşme Özgürlüğü ve Güvenliği: Herkes, özgür iradesi ile dilediği sözleşmeyi imzalayıp, bu sözleşmenin gereklerinin yerine getirilmesini bekleme hakkına sahiptir.
8- Hak Arama Hürriyeti: Herkes, meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle bağımsız ve tarafsız yargı önünde iddia ve savunma ile dürüst yargılanma hakkına sahiptir. Hak arama hürriyeti kısıtlanamaz.
9- Dürüst Davranma ve İyiniyet İlkeleri: Hak sahibinin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi gerekir. Bir hakkın kötüye kullanılmasını kanun himaye etmez. Hakların kazanılmasında ve hukuki bir sonucun gerçekleşmesinde iyiniyet esastır. Kişi, kendisinden beklenen dikkat ve özeni gösterdiği halde, hakkın kazanılmasını veya hukuki sonucun gerçekleşmesini engelleyen durumu bilmemeli ve bilmesi de gerekmemelidir.
10- Müktesep (Kazanılmış) Hak: Bireyin hukuka uygun şekilde kazandığı hakkı elinden alınamaz. Bir hakkın kullanılması için gerekli olan şartlar kaybedilmedikçe, hak sahibinin bu hakkı kullanımı engellenemez.
11- Bir Suçtan İki Yargılama Yapılmaz/Ceza Verilemez: Herkes, bir suçtan, ancak bir defa yargılanabilir ve bir defa cezalandırılabilir. Bir insan, yargılandığı suçtan keyfi olarak tekrar yargılanıp cezalandırılamaz.
12- Suçta ve Cezada Kanunilik: Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Suç ve ceza ancak kanunla koyulur. Kanunlar, prensip olarak ileri doğru uygulanır. Ceza kanunları, ancak lehe olduğunda geçmişe etkili uygulanır.
13- Sorumluluğun Şahsiliği İlkesi: Herkes kendi işlem ve eyleminden sorumludur. Başkalarının işlem ve eyleminden sorumluluğu mümkün kılacak kolektif ceza sorumluluğu kabul edilemez.
14- Cezanın Bireyselleştirilmesi: Kanunla belirlenen bir cezanın somut olaya ve kişiye uygulanabilmesi için dayanak ve sınırları kanunlarda yer alan cezanın bireyselleştirilmesi yetkisi hakime verilir.
15- Kusur Sorumluluğu: Kusursuz suç ve ceza olmaz. Fiilde kusurun yokluğu, suç ve cezayı kaldırır.
16- Dürüst Yargılanma ve Savunma Hakkı: Herkes, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinde öngörülen hakları çerçevesinde yargılanma hakkına sahiptir. Kişi, iddiaları bilip anladığı dilde öğrenme, bağımsız ve tarafsız yargılanma hakkına sahip olduğu mahkeme huzuruna çıkarak savunma yapıp, makul sürede yargılanma hakkına sahiptir.
17- Masumiyet (Suçsuzluk) Karinesi: Hiç kimse, suçluluğu mahkemenin kesinleşmiş hükmü ile sabit oluncaya kadar suçlu ilan edilemez ve mahkum edilemez.
18- Yargı Bağımsızlığı: Hiçbir organ, makam, mercii veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında hakimlere veya mahkemelere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz, bu tür bir yetkinin kullanılmasına izin veren yasal düzenleme de yürürlüğe koyulamaz.
19- Hukuk Güvenliği Hakkı: Herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı vardır. Hiç kimse, demokratik hukuk devletinde, korku ve endişe ile yaşamaya mahkum edilip, yargı makamlarına başvurmanın sonuçsuz kalacağı algısına maruz bırakılamayacağı gibi, keyfi şekilde yakalanamaz, gözaltına alınamaz, tutulamaz, tutuklanamaz, hürriyetinden mahrum bırakılamaz ve cezalandırılamaz. Anayasa m.13’e göre; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.
20- Hakim Tarafsızlığı: Bağımsız hakim, dışa karşı etkiden uzak ve kendisi bakımından da objektif hareket etmelidir. Hakimin tarafsızlığı, bir iddia ve savunmaya önyargısız bakabilmesini, baskı altında bırakılmamasını, dışarıdan etkilenmemesini ve kendi iç dünyasında da yansız hareket edebilmesini gerektirir.
21- İddia Edenin İspat Külfeti: Herkes, iddiasını hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen deliller ile kanıtlamak zorundadır. İddia peşinen doğru kabul edilip, aksinin ispatının aleyhinde iddia olunan tarafa yüklenemez.
22- Yargı Kararlarının Gerekçeli Olması: Tüm yargı kararları somut gerekçelere dayalı olarak yazılmalıdır. Somut olayın özelliklerinden uzak, kanun hükmünün soyut tekrarı ile basmakalıp sözlerden oluşan kararların gerekçeli olduğu söylenemez.
23- Borçların Nisbiliği: Prensip olarak her borç sahibini bağlar. Bir borcun yerine getirilmemesinden dolayı borç sahibinin herhangi bir yakını sorumlu tutulamaz.
24- Ceza Kanununu Bilmemek Mazeret Sayılmaz: Herkesin, usule uygulan olarak yürürlüğe giren ceza kanunlarını bildiği kabul edilir. Hiç kimse, cumhurbaşkanı tarafından imzalanıp, Resmi Gazete’de yayınlanmak suretiyle yürürlüğe giren ceza kanununu bilmediğini iddia edemez.
vi-)Evrensel İnsan Hakları:
 GENEL HATLARIYLA INSAN HAKLARI
İnsan: Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. (madde 1)
İnsan haklarının özellikleri:Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildiri'de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Bundan başka, ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir(madde 2). Ayrıca bu haklar hiçbir şekilde başkalarına ya da kurumlara aktarılamaz.
İnsan Hakları:En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık, eğitim, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşma; yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma; Barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma; evlenme, mal ve mülk edinme; çalışma, işini seçme özgürlüğü; din, vicdan düşünce ve anlatma özgürlüğü hakları İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin temellerini oluşturur.
Maddelerde Kesinlik:Bu Bildiri'nin hiçbir unsuru, içinde açıklanan hak ve özgürlüklerin bir devlet, topluluk ya da bireyce ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir etkinlik ya da girişime hak verir biçimde yorumlanamaz(madde 30)
İNSAN HAKLARI KAPSAMINDA;
 KADININ İNSAN  HAKLARI:
Kadının İnsan Hakları, insan hakları kavramını dünya kadınları açısından yeniden yorumlayarak oluşturmayı amaçlayan bir kavramdır.
Kadının özetle insan hakları şunlardır:
* Kadının evlilikle ilgili hakları: İstediği kişiyle evlenme hakkı, eşit miras hakkı, evlilik içinde cinsel birleşmeyi reddetme hakkı, şiddete maruz kalmama hakkı, kendi malına sahip olma hakkı, kumayı reddetme hakkı, resmi nikâh hakkı.
* Kadının boşanma ile ilgili hakları: Ev tutarak ayrı yaşama hakkı, boşanmak için mahkemeye başvurma hakkı, çocuklarının velayetini alma hakkı, nafaka alma hakkı, kendi malını beraberinde götürme hakkı.
* Kadının bedensel hakları: Kendi cinselliğini yaşama hakkı; tecavüzsüz, tacizsiz, enseste maruz kalmadan yaşama hakkı; doğum kontrolünü kullanma veya kullanmama hakkı; sağlıklı yaşama hakkı; kadının bedeninin yalnızca kendine ait olması hakkı.
* Kadının kamu yaşamındaki hakları: İstediği zaman kocasından izin almadan istediği işte çalışma hakkı, eşit ücret hakkı, eşit eğitim hakkı, kendi istediği partiye oy verme hakkı, siyasi partiye katılma hakkı, ev kadını veya tarımda aile işçisi olarak çalışsa bile sigortalı olma hakkı, dini yaşama katılma ya da katılmama hakkı.
ENGELLİ HAKLARI:Devlet eliyle ve hukuki  düzenlemelerle engelliliğin önlenmesi, engellilerin eğitim, sağlık,  rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine ilişkin sorunlarının çözümüyle her yönden gelişmelerini ve karşılaştıkları engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri almak, toplumsal yaşama katılmalarını sağlamak ve bu hizmetler için gerekli düzenlemeleri yapmak.
Atatürk'ün Halkçılık ile ilgili sözleri:
İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921)
Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. (1921)
Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)
3-)ATATÜRKÇÜ DEVLETÇİLİK(karma ekonomi):
Karma ekonomi, özel sektörü ve devletin ekonomiyi yönlendirmesini içeren, piyasa ekonomileri ve planlı ekonomiler arasında her ikisinin de özelliklerini yansıtan bir ekonomik sistemdir.Karma ekonominin tek bir net tanımı yoktur, serbest piyasalar ve devlet müdahaleciliğinin, kamu ve özel sektörün veya piyasalar ve ekonomik planlama arasındaki bir karışım şeklinde farklı tanımlar geliştirilmiştir. Bununla birlikte çoğu modern ekonomi iki veya daha fazla ekonomik sistemin sentezini içerir.Karma biçimleri farklılık göstermekle birlikte çoğunlukla her ülkede karma ekonomi sistemi geçerlidir.
Karma ekonomi, ekonomik koordinasyon için piyasaların hakimiyeti, üretim araçlarının özel mülkiyetiyle kar amaçlı işletmeler ve sermaye birikiminin iktisadi faaliyetlerin arakasındaki temel itici gücü oluşturduğu düzen şeklinde karakterize edilebilmektedir. Serbest piyasa ekonomisinin aksine hükümet, ekonomide yaşanabilecek düşüşleri önleme amacıyla maliye ve para politikaları tasarlar, ekonomi üzerinde dolaylı makroekonomik nüfuza sahiptir ve işsizlik ile finansal kriz dönemlerinde sosyal refahın teşviki için piyasalara müdahalede bulunur. Ancak her karma ekonomi modeli için bu tanım geçerli değildir.
i-)Hukuk Devleti:Hukuk devleti, sınırları içerisinde kamu erkinin değişmezlik ve süreklilik temeline dayalı olarak değer ve hukuk düzenine bağlı olduğu bir devlet şeklidir. Mutlakiyetçidevletlerden farklı olarak devlet gücü, vatandaşları keyfi uygulamalardan korumak amacıyla yasalar yardımıyla tanımlanır (Şekli Hukuk Devleti kavramı). Modern anlayış temelindeki bir hukuk devleti bunun dışında maddi anlamda adaletli bir düzenin yaratılması ve korunmasını hedefler (Maddi Hukuk Devleti kavramı). Nesneldeğer yargıları bireylerin öznel haklarından farklı olarak, belirlenmiş prensipler aracılığıyla kanun koyucunun sınırlanması işlevi görürler.
KAVRAM
Hukuk devleti kavramı hukukçu ve Prusya Kraliyet Parlamentosu Milletvekili Otto Baehr tarafından kullanıldı. 1864 yılında yayınlanan 'Der Rechtsstaat- eine publizistische Studie' (Hukuk Devleti - Yazılı bir araştırma) adlı makalesinde ülkesindeki zamanına göre ilerici yasalardan yola çıkarak idari tasarrufları mahkemelerce denetlenen bir devlet tanımı yaptı. Baehr'e göre hukuk devleti özellikle bağımsız mahkemelere gidebilme hakkını kapsamaktadır.
TEMEL İLKELER
Devletin faaliyetlerinde hukuk kurallarıyla bağlı olması.
Hukuk önünde eşitlik ve devletin tarafsızlığı.
Temel hakların güvence altına alınması.
Devletin yargısal denetimi, hakim ve yargı bağımsızlığı.
ii-)Sosyal Adalet:(Social justice) Bir toplumda ekonomik bakımdan zayıf durumdaki sınıfları, özellikle işçileri daha güçlü sınıflar ve işverenler karşısında korumak, sınıflar arasındaki gelir dengesizliklerini giderici yönde önlemler almak şeklindeki faaliyetlere verilen genel isim. Bu kavram ilk ortaya çıkışında daha çok işçi sınıfı için kullanılmıştır. Sanayi Devrimiyle, emeğinden başka bir gelir kaynağı bulunmayan işçiler önemli bir sosyal sınıf durumuna gelmişlerdir. Ancak XIX. asrın ilk yarısında işçiler çok ağır ve sağlıksız koşullar altında çalıştırılmışlar, hastalık ve sefalet bu sınıfın içinde bulunduğu koşulların ana özelliği durumuna gelmişti. İşçi sınıfının içinde bulunduğu bu olumsuz koşullara burjuva kesiminden tepkiler gelmişti. Emek sahipleri de bunlara katılınca İngiltere’de ve diğer Avrupa ülkelerinde işçi olayları ortaya çıkmaya başladı. Ancak, zamanla işçilerin içinde bulundukları kötü koşulları şiddet hareketleriyle değil, onların yaşam koşullarının iyileştirilmesiyle düzeltilmesi fikri yaygınlık kazandı. Bu yönde örneğin işçiler lehine çalışma koşullarını düzenleyen yasalar çıkartıldı, çalışma saatleri kısaltıldı, sakatlanan, yaşlılık dolayısıyla çalışamayacak duruma gelenler için sosyal güvenlik sistemleri kuruldu, v.s. Bunu sağlamak için de işçilere ve işverenlere sendika kurma hakkı tanındı. Zamanla sosyal adalet kavramının kapsamı genişletildi. Bugün, iktisadi bakımdan zayıf olan tüm sınıfların korunması veya bunların yaşam düzeylerinin yükseltilmesi için kullanılmaya başlandı. Örneğin, yoksul sınıfların da yararlanabilmeleri için ücretsiz sağlık ve eğitim olanakları sağlanması, konut sorununun çözümü, zaruri tüketim maddelerinin düşük fiyattan sağlanması, zengin sınıfların yüksek oranlarda vergilendirilmesi, v.s. gibi önlemler hep sosyal adalet amacına yöneliktir.
 iii-)Sosyal Devlet:Refah devleti, minimum düzey ötesinde vatandaşlarının refahı için birincil sorumluluk kabul eden devlet kavramı olup devletin vatandaşlarının iktisadi ve sosyal esenliklerinin korunması ve teşvik edilmesinde ana rol oynamasını önerir. Bu şekil devlet kavramı fırsat eşitliği, servetin eşit şekilde dağılması ve nispeten rahat bir hayat sağlamak için gerekli asgari şartlara yetişemeyen kişiler için kamu mesuliyeti prensiplerine dayanır. Bu genel yaklaşım bir ülkenin çok değişik şekilde iktisaden ve sosyal bakımdan organize edilmesini mümkün kılar.
 Genel olarak bir refah devletinin iki değişik siyasi ve sosyal yaklaşımı olabilir:
 Bir modele göre devlet vatandaşlarının refahı için başta gelen birinci merci ve mesuliyet yükü taşıyan kurumdur. Bu teoriye göre devletin mesuliyeti çok geniş kapsamlıdır çünkü bir vatandaşın refahının her yönü üzerinde devlet mesuliyet yüklenmiştir ve bu mesuliyete hiçbir istisna olmadan ülkenin tüm kişileri üzerinedir.
Diğer yaklaşıma göre refah devleti devletin vatandaşlarının hayat standartlarının iyice belirlenmiş asgari standartların altına düşmemesi için bir "sosyal güvenlik sağlama ağı" yaratılmasıdır.
"Refah devleti" ve "refah toplumu" İngilizce konuşulan ülkelerde (özellikle ABD'de) bazı kavramsal karışıklıklara yol açmış ve bu önemli tartışma konusu olmuş ve olmaktadır. ABD'de ve bazı diğer ülkelerde asgari refah seviyesi merkezsel devlet tarafından garanti edilip doğrudan doğruya bir merkezden sağlanmamaktadır. Ama her vatandaşın bu refah seviyesine yetişmesi için, bağımsız gönüllüler, hem kar gütmeyen özel sosyal kurumlar ve hem de azami kar hedefli özel şirketler, ve mahalli ve çok az da olsa merkezi hükümet mercileri tarafından bilesik olarak katkılar yapmaktadır. Bu bileşik katkıya "refah sosyetesi" veya "refah sistemi" adı verilmektedir. Bazı tanımlara göre ise buna karşıt olan "refah devleti" kamu sektöründen dolaylı olarak subvansiyon verilmesi gerekli kişilere yapılan fon aktarımıdır ve bu aktarılan fonların baş kaynağı ise eşit dağılım prensiplerine uyan (progresif) vergileri veren özel sektördür.
 Örneğin okul ücretsizdir ve hastaları tedavi etmek devletin görevidir. Devlet, işsizlere ve az gelirli kişi veya ailelere gelir subvansiyonu yapabilir. Aynı şekilde devlet kendi evini satın alamayacak ve özel kiralık ev piyasasındaki yüksek kiralar veremeyecek kadar fakir olanlara, ya subvansiyon olarak ev kirası verebilir veya ucuz kamu malı kiralık ev yapıp bunları maliyet altında kiraya verebilir. Bunu yapmak için yüksek vergiler konması gerekebilir. Eğer vergi sistemi progresif ise genellikle zengin insanlar en fazla vergi verenlerdir. Progresif vergi hadlerı değişkendir, bunun nedeni, geliri daha az olanların vergilerini rahatlıkla ödeyebilecek durumda olmasını sağlamaktır. Örneğin Birleşik Krallık'ta, yoksul insanlar, daha zenginlere göre, gelirlerinin daha küçük bir yüzdesini vergi olarak vermektedir. Ayrıca KDV, alınması zaruri olmayan şeylere konur.
 iv-)Emeğin Değeri ve Üstünlüğü:EMEKÇİNİN ALINTERİNİN YERE DÜŞMEDEN EMEĞİNİN HAKKININ VERİLMESİ.TİCARETTE VE ÜRETİMDE HERŞEYİN EMEK ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ.EMEĞİN HER TÜRLÜ SÖMÜRÜSÜNE KARŞI DURMAK
 -)Adalet ve Hakkaniyet:Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır.
 Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. İnsanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir ve tarih boyunca tartışmalı bir alan olmuştur.
 Düşünürler eski çağlardan beri adalet kavramıyla ilgilenmişlerdir. Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur.
 Eski Yunan düşünür Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır.
Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Örneğin, günümüzde kişinin tükettiği herhangi bir maldan alınan katma değer vergisi adil bir vergi değildir. Çünkü kişinin gelir düzeyini dikkate almaz. Buna karşılık, kişinin geliri üzerinden alınan ve gelir düzeyi yükseldikçe vergi oranının da arttığı gelir vergisi daha adil bir uygulamadır.
18. yüzyılda Aydınlanma Çağı düşünürleri adalet kavramını daha dar biçimde tanımladılar. Onlara göre hukuka ve hukuksal eşitliğe uygunluk adalet için yeterlidir. Ne var ki, hukuk düzeni her zaman adil olmayabilir. Çünkü hukuk yasaların her durumda aynı biçimde uygulanmasını gerektirir. Oysa yargıç herhangi bir olayda yasayı uygularken, durumun özelliklerini de göz önünde bulundurmak zorundadır. Böylece genel bir nitelik taşıyan yasanın eksik yanları uygulamada giderilebilir ve adalete daha çok yaklaşılabilir.
 vi-)Bireycilik:BİR TOPLUMUN HUZUR VE REFAH SEVİYESİ O TOPLUMU OLUŞTURAN BİREYLERİN NE KADAR ÖZGÜR OLDUKLARIYLA DOĞRU ORANTILIDIR.BU BAKIMDAN ÖNCE TOPLUMU HEDEF ALARAK BİREYLERİN VE BİREYLER ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN DEVLET TARAFINDAN YENİDEN DÜZENLENMESİ GEREKİR.
 Bireycilik ya da individualizm, bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kendine yeterli, kendi kendini yönlendiren, görece özgür bireyi ya da benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesidir. Bireycilik, her şeyden önce insanlığın toplumsal birliklerden değil, bireylerden oluştuğu düşüncesine dayanır. Bu varlıklar, biri diğerinden ayrılamaz ve indirgenemez varlık özelliği taşırlar. Duygulanımları, hareketleri ve düşünceleri kendilerine aittir. Bireycilik, bir değerler sistemi olduğu kadar, insan yapısıyla ilgili bir kuram, genel bir davranış biçimi ve belirli siyasal ekonomik, toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına gelir. Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik, özgüvene, gizliliğe ve başka bireylere saygı göstermeye büyük önem verir. Otoriteye ve birey üzerindeki özellikle devlet tarafından uygulanan her türlü denetime karşı çıkar. Ayrıca "ilerleme"ye inanır, ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma hakkı tanınır. Yalnızca en aşırı bireyciler anarşi yanlısıdır. Ama çoğu devletin bireylerin yaşamına en az karışması gerektiğine, bireylerin birbirleriyle çatışmasını önlemek ve gönüllü olarak varılmış anlaşmaların uygulanabilmesi için yasaları ve düzeni koruma görevini üstlenmek zorunda olduğuna inanır. Bireycilik, devleti zorunlu bir olumsuzluk olarak görme eğilimindedir ve "en iyi yönetim, en az yönetimdir" sloganını benimser)
 vii-)Üniter Devlet:Üniter devlet, merkezi idarenin üstünlüğüne dayalı ve idari birimlerin (ulusal ölçeğin altındaki birimlerin) sadece merkezi yönetimin devretmeyi uygun gördüğü yetkileri kullanabildiği, tek bir birim olarak yönetilen devlet. Dünya devletlerinin büyük çoğunluğu üniter devlettir.
 viii-)Ulus Devlet:Ulus devlet, meşruiyetini bir ulusun belli bir coğrafi sınır içindeki egemenliğinden alan devlet şeklidir. Devlet politik ve jeopolitik bir varlık, ulus ise kültürel ve/veya etnik bir varlıktır. Ulus devlet kavramı ise bu ikisinin belli bir coğrafyada örtüştürür, ve böylelikle kendisinden önce gelen devlet yapılarıyla büyük ölçüde farklılaşır.
 Tarihteki diğer devletlerden farklı olarak, ulus devlet modelinde devleti oluşturan tüm vatandaşların ortak bir dil, ortak bir kültür ve ortak değerleri paylaşması esastır. Ayrıca ulus devlet kavramı her milletin kendi kaderini tayin ve otonomi hakkına sahip olduğu fikrini içerir. Bu özelliğiyle dünyadaki birçok milliyetçi harekete ilham kaynağı olmuştur.
 ix-)Pragmatizm (Faydacılık):Herşeyde öncelikli olarak devletin toplum yararını gözetmesi (Doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak, yalnızca eylemlerin sonuçları ile değerlendiren ve onlara yalnızca sağladığı “fayda” açısından bakan akıma felsefede, pragmatizm adı verilir. Bu akıma göre gerçeklik ve doğruluk insanın bakış açısından, kanaatlerinden, dolayısıyla da eylemlerinden bağımsız değildir. Bundan dolayı, gerçeklik, doğruluk ve insan eylemlerinin sonuçları, sağladığı başarı ve yararlarla değerlendirilir)
 Atatürk'ün Devletçilik ile ilgili sözleri:
 Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. (1936)
Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)
Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. (1937)
 4-)ATATÜRKÇÜ MİLLİYETÇİLİK ya da YURTSEVERLİK:
Her Ferdin kendi varlığını,kişisel çıkar ve menfaatlerini bir yana bırakarak dil,din,ırk,cinsiyet eyırt etmeden bütün etnik unsurlarıyla birlikte "Yurt" adı verilen toprak bütünlüğüne ve bu topraklar üzerindeki halkların birliğine adaması.Yurda gönülden bağlılık ve muhabbet beslemesi.
 i-)Milli Birlik ve Beraberlik:
 Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. (1919)
Biz millî varlığın temelini,millî şuurda ve millî birlikte görnıekteyiz.(1936)
Toplu bir milleti istilâ etmek, daima dağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir. (1919)
 ii-)Dayanışma:ULUS İÇERİSİNDEKİ GRUPLAŞMALARI ÖNLEMEK AMACIYLA ULUSUN FERTLERİNİN HER AÇIDAN SOSYAL KURUM,DERNEKLER VE SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ,TWITTER,FACEBOOK VE DİĞER TEKNOLOJİK İMKANLAR ARACILIĞIYLA BİRBİRLERİNE DESTEK OLMASI, SORUNLARINI ORTAKLAŞA PAYLAŞMALARI VE BERABER ÇÖZÜM BULMALARI,MÜCADELE ETMELERİ
 iii-)Barışçılık:"YURTTA SULH CİHANDA SULH"
 iv-)Özgürlükçülük:"BİRİNİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN BİTTİĞİ YERDE DİĞERİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ BAŞLAR" İLKESİNE BİNAEN BİREYSEL VE TOPLUMSAL OLARAK HER ALANDA ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLAYICI BÜTÜN MENFİ ETKENLERİ ORTADAN KALDIRARAK MUTLAK ÖZGÜRLÜĞÜ BÜTÜN İNSANLAR ARASINDA "İNSANİYET","HAKKANİYET" VE "ADALET" ÇERÇEVESİNDE TEMİN ETMEK.
 v-)İnsan ve İnsanlık Sevgisi:
  İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (1931)
Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız. (1936)
vi-)DOĞANIN VE DOĞAL YAŞAMIN KORUNMASI:Yurdun ve çevrenin çarpık kentleşme anlayışından bertaraf edilerek doğal zenginliklerinin,güzelliklerinin ve dengesinin Ulus'un çıkar ve menfaatlerine uygun olarak korunması ve daha bayındır hale getirilmesi.Bu yolla gelecek nesillere temiz ve esenlikli bir doğal yaşamın bırakılması.
Atatürk'ün Milliyetçilikle ilgili sözleri:
Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930)
Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932)
Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (1923)
5-)DEVRİMCİLİK:
Muasır Medeniyetin gerektirdiği siyasi,teknolojik,sosyal...vs çağdaş gelişmelere ve yeniliklere Türkiye Cumhuriyeti Ulusu'nun karakter ve kişiliğine uygun olma açısından değerlendirerek tüm bağnaz ve çağ dışı unsurlardan ayrı sürekli ilerleme ülküsüyle müspet ilim ışığında açık ve uyumlu olmak
İ-)İlericilik ve Yenilikçilik
ii-)Çağdaşlaşma:
MODERNİTE:Modernite, Avrupa'da yaklaşık olarak 17. yüzyıl civarında ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan toplumsal değerler sistemine ve organizasyonuna verilen isimdir.[1] Genel anlamda gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun; bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamamındaki dönüşümü ya da değişimidir. Anthony Giddens'a göre moderniteyi özgün yapan niteliklerinden biri devamsızlık özelliğidir. Marxist felsefeye dayalı tarihsel materyalizme dayanan bu düşünceye göre özellikle modernite öncesi ile modernite arasında oldukça belirgin bir kırılma söz konusudur. Modernite, toplumsal ve bireysel hayatın her aşamasını hem derinden, hem de geniş bir açıdan sarsmış ve değiştirmiştir.
MODERNİZM: Kültürel bağlamda modernizm, 19. yüzyılda geleneksel anlamdaki edebi, sanatsal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır.
Modernist hareketin 19. yüzyıl ortasında Fransa'da ortaya çıktığı kabul edilir. Modernizm kabaca 1884-1914 yılları arasında hüküm sürmüştür. Temelde dayandığı fikir, geleneksel sanatlar, edebiyat, toplumsal kuruluşlar ve günlük yaşamın artık zamanını doldurduğu ve bu yüzden bunların bir kenara bırakılıp yeni bir kültür icat edilmesi gerektiğidir. Modernizm ticaretten felsefeye her şeyin sorgulanmasının gerekliliğini savunur. Böylelikle kültürün öğeleri yeni ve daha iyi olanla değiştirilebilir. Modernizme göre 20. yüzyılın ortaya çıkardığı yeni değişiklikler ve yenilikler kalıcıydı, aynı zamanda yeni oldukları için 'iyi' ve 'güzeldi' ve toplum dünya görüşünü bu öngörülere göre gözden geçirip uyarlamalıydı.
Modernizm tanınmış gelenekleri kıran bir stil anlatmak için kullanılmıştır.Yeni bir çağında duyarlılığına daha yerinde formları yaratmayı amaçlamıştır. Bazıları 20. yüzyılda gözlemlenen modernizmi "modernizm" ve "postmodernizm" olmak üzere iki harekette incelerler. Fakat bazı görüşlere göre modernizm ve postmodernizm bir hareketin sadece iki farklı açısıdır.
/MODERNLEŞME/çağdaşlaşma:Eski ve geleneksel değerlerin çağdaş yaşama uyarlandığı ve ileri teknoloji,yenilik ve bu doğrultudaki yeni yaşam biçimlerinin topluma hakim kılındığı sosyal,kültürel ve siyasi gelişmelerin bütünlüğü
iii-)MEDENİYETÇİLİK(Muasır Medeniyet):TÜRK ULUSUNU EVRENSEL UYGARLIK VEÇAĞDAŞLIK SEVİYESİNE VE HATTA BUNUN İLERİSİNE TAŞIMAK.MUASIR MEDENİYET BİLİNCİNİ VE MEDENİYETİN TEMELLERİNİ OLUŞTURAN TÜM DEĞERLERİ ULUSA VE ULUSU OLUŞTURAN BÜTÜN FERTLERE  HAKİM KILMAK.MEDENİYETTEN YOKSUN KÖY VE KASABALARI ASGARİ DÜZEYDE ÇAĞDAŞ MEDENİYETİN İMKANLARINA ERİŞTİRMEK.
MUASIR MEDENİYET NEDİR?ATATÜRK'ÜN İFADE ETTİĞİ BİÇİMDE MUASIR MEDENİYET EVRENSEL UYGARLIK VE ÇAĞDAŞLIK SEVİYESİ ANLAMINA GELİR.YANİ İNSANLIĞIN ORTAK SOSYAL,SANATSAL,FELSEFİ,SİYASİ,BİLİMSEL,KÜLTÜREL,ENDÜSTRİYEL VE TEKNOLOJİK ALANLARDA ULAŞTIĞI NİHAİ YAŞAM SEVİYESİ VE KALİTESİDİR.
iv-)POZİTİVİZM:Felsefede olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşü.Genel çizgileriyle olguculuk, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu vurgular.
v-)HÜMANİZM:Genel olarak akıllı insan varlığını tek ve en yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlâki gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir biçim­de, doğaüstü alana hiç başvurmadan, doğal yoldan gerçekleştirilebileceğini belirten, ve bu çerçeve içinde, insanın doğallığını, öz­gürlüğünü ve etkinliğini ön plana çıkartan felsefi akım
vi-)Radikalizm veya köktencilik; köktenci yöntemlerle değerler sistemi ve devrimsel yollar çerçevesinde toplumsal değişim ve toplumsal yapılara odaklanan siyasi ilkeleri savunur. Latince "kök" anlamına gelen radix sözcüğünden türemiştir. Kullanımı toplumsal düzeni büyük oranda etkileyen değişimler içeren aşırı siyasi reformlar üretmeye çalışmak veya bunları desteklemek.Radikalizm başlı başına aşırı bir siyasi görüşe inanmak veya aşırı bir siyasi görüşü desteklemek olabileceği gibi, aşırı olmayan veya aşırı bir görüş olarak doğmamış bir siyasi düşünceyi aşırı unsurlarla yeniden ele almak olabilir. Aşırılık anlayışı subjektif olabileceği için radikalizm görüşü de subjektif olabilir.
vii-)Akılcılık ve Bilimsellik:
a) Bilimsellik:
Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. (1924)
Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir. (1933)
b) Akılcılık :
Bizim; akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin özelliği-mizdir. (1925)
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. (1926)
Atatürk'ün Devrimcilikle ilgili sözleri:
“Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum haline getirmektir Devrimlerimizin asıl gayesi budur .
30.08.1925, Kastamonu
“Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük Birçok eski kurumu yıktık Bunların binlerce taraftarı vardır Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir Ulusun ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir.”
"Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük." (1925)"
6-)ATATÜRKÇÜ LAİKLİK:
i-)Seküler Toplum:Din'in hiçbir devlet müdahalesine maruz kalmadan salt Ulus'un ve Fertlerin dini veya geleneksel adet ve alışkanlıklarına tahsis edilmesi.Din'in ve dini yaşam biçimlerinin bireyler arası ilişkilerde etkin rol oynaması.Devletin ve hiçbir siyasi otoritenin bireyin "hür vicdan","hür düşünce" ve "hür inanç"larına müdahalede bulunmaması.Binaenaleyh bireylerin toplumsal ve kamusal olmak üzere hayatın her alanında kendi inançlarına uygun olarak alışkanlıklarını ve yaşam tarzlarını hiçbir ideolojik veya her türden baskı ve dayatmaya tabi olmadan sürdürebilmesi ve bu yönde örgütlenebilmesi.Hiçbir otoritenin bireyin ve toplumun dini yaşamının üstünde tutulmaması (Bu ülkede yıllarca sözde Laiklik adına başörtüsü zulmü yaşanmıştır.Halbuki Atatürk'ün hayatına baktığımızda annesinin ve karısının dahası o zaman ki kadınların da başörtüsünü bırakın çarşaflı olduğu görülecektir.Bu sizlere hiçbirşey ima etmiyor mu ey Atatürkçüler ve müminler!)
ii-)seküler devlet:Devletin her düşünce,ideoloji ve inanca karşı bağımsız olması.Böylelikle toplumu oluşturan her türlü dini eğilime tarafsız kalarak eşit ve adil muamele de bulunabilmesi.Devletin dini kurumlarının din adına söz ve yetki sahibi olmaktan çok herhangi bir mezhepsel anlayıştan bağımsız toplum içerisindeki her inançtan insana sağlıklı ve ilmi bir dini hizmette bulunabilmesi
iii-)Din.İnanç,Düşünce ve Vicdan Özgürlüğü:Toplum içerisindeki her türden düşünce ve dini inanca mensup olanlara herhangi bir devlet denetiminden bağımsız hukuk önünde eşit ve özgür haklar tanımak.Her türlü dini inanca yer vermek ve fertlerin bu inançlar doğrultusunda kurduğu birlikteliklere ve gerçekleştirdiği faaliyetlere(dini organizasyonlar,basın,yayın...vs) müdahalede bulunmamak.Devletin toplum içerisindeki her türden dine mensup olanlara(çocuklara ve gençlere) eşit parasız dini eğitim ve hizmetler sunması ve toplumun gücünün yetmediği alanlarda dini icraatlerde bulunması(cami,külliye yapımı,hac ve umre etkinlikleri,dini yayınlar ve araştırmalar,dini bayram ve günlerin düzenlenmesi...vs)
iv-)Hoşgörü:Devletin ve bireylerin  toplum içerisindeki her türlü dini inançlara veya hiçbir dini inancı olmayana eşit ve adil olarak müsamaha göstermesi.Devletin toplumu oluşturan bireylerin dini inançlarına ve yaşam biçimlerine karşı yansız ve tarafsız müdahaleci olmayan bir tavır sergilemesi
Atatürk'ün Laiklikle ilgili sözleri
"Türkiye Cumhuriyetinde, her yetişkin dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet hürriyeti vardır. Tabiatiyle ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz; siyasi gösteri şeklinde de yapılamaz. Geçmişte çok görülmüş olan bu gibi durumlara artık Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz."
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.
"Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir. 1930"
"İslam dini hürriyet-i efkara maliktir"
"Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal yaşamında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinî emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orası da Okuldur. 1923"
KURUCU:ÇAĞDAŞ ÖZGÜR DÜŞÜNCE BİRLİĞİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder