16 Kasım 2018 Cuma

10 Kasım real politik?! "Hayrullah Mahmud Özgür/Cüneyd Şaşmaz" Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Mahir Kaynak'ın Kızı Deniz Ülke Arıboğan, - ATATÜRK Günümüz Türkçesi ile ifade edecek olursak, "Çok kutsal, mukaddes" midir!?

10 Kasım real politik?!
Hayrullah Mahmud Özgür
Cüneyd Şaşmaz 
Soru şu:
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ecnebice'siyle (Almanca'ya Lüksemburg üzerinden girmiş şekli ile) söyleyecek olursak; "sakrosankt" mıdır!?
Günümüz Türkçesi ile ifade edecek olursak, "Çok kutsal, mukaddes" midir!?
Nitekim...
Açık seçik söyleyecek olursak; ilahi dokunulmazlık seviyesinde kutsallığa sahip midir?!
El cevap:
Hayır!
Öyle olmuş olsa, istihbarat artığı kalem'ler sabah'tan akşam'a küfret(e)mezdi.
Kaldı ki; herkes Mustafa Kemal'i sevmek zorunda değil!
Ne var ki, "saygı" şart.
Ki...
Şu saat'ten sonra, "Saygısızlık" yapanı çıktığı deliğe sokarlar.
Neden, niçin, niye?!
Konjonktür değişti.
İhtimal odur ki, kayan eksen'den mülhem, 2019'da bazı kelle'ler aramızda olmayacak.
Zira...
Fransızcası ile ifade edecek olursak, devir "Largeur"a yani genişlik'e uygun değil!
Tam Türkçesi ile söyleyecek olursak, "aşırı hoşgörü, tepkisiz kalma" dönemi sona erdi.
Almancası ile söyleyecek olursak, "Vorrecht" yani "ayrıcalıklı ve başkalarından önde olma hakkı" el değiştirdi.
Hasılı:
Siyasal Laik bir çizgi "Büyük Resim" kapsamında yükselişte.
Ezcümle:
Mustafa Kemal Atatürk her daim "Plus ultra"!
Şahika'daki Türk, Atatürk.
https://hayrullahmahmudozgur.blogspot.com/2018/11/plus-ultra-veveya-pas-lekesi-nasl-ckar.html
Soru şu:
Laik'lik evrensel mi yerel mi?!
El cevap:
Laik'lik evrensel bir doğru.
Hakikat!
1786'da Fransa üzerinden yükselmiş ama Fransız değil!
1776, ABD.
Yani?!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkçülük'ü de laik'tir, milli'dir, aynı zamanda yereldir.
Günümüz kavramı üzerinden söyleyecek olursak, "Glokal"dir.
Hem global hem de yerel!
Nüans?!
Soru:
İslamiyet, evrensel midir yoksa yerel midir?!
El cevap:
Evrensel'dir.
İslam, Allah'ın dünya'yı değil, yetmez, kainat'ı yönettiği sistem/yazılım'ın adıdır.
O zaman, İslam'ı Arapça'ya ya da Arap'ın zekasına, Laik'liği Fransızca'ya ya da Fransız'ın zekası'na indirgemenin ne manası var?!
Medeni devletler seviyesi aşılacak ise fasit daire'den çıkmak elzem.
Nüans?!
Mustafa Kemal'in Türkiyesi, İslam'ın emrettiği hiçbir evrensel değer'le uğraşmadı, hurafeleri içinden ayıkladı.
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i, Laik'liğe içinde yaşadığımız dünya'nın gözü ile "ulusal" bir pencere açtı.
Demem o ki:
Devir, A'yı B'ye bağlama devri.
Demem şu ki:
Aynı şeyleri tekrar ederek farklı sonuçlar elde etmek mümkün değil ise evrensel değerleri ıskalamadan, dünyada genel kabul görmüş doğruların ışık'ında, İslam'a da Laik'liğe de özde ve/veya "saf" yani "milli dokunuşlar" yapmak mümkün.
Hasılı:
Dönem'in zor şartları içinde, Osmanlı'nın bakiyesini her türlü provokasyon'a, isyan dürtüklemelerine rağmen, aynı çatı altında tutmayı başarmış ise Gazi, Milyon'da 1'ler olarak biz'ler de, neden olmasın?!
Ezcümle:
Geçmiş'ten her şey alınır, bugün'ün sorun'ları için kopya çözüm alınmaz!
Demirel'in deyişiyle "Dün'ün güneşi ile bugün'ün çamaşırları kurutulmaz!"
Bugün'ün sorunlarını çözmek için çağ'ın ruhu'na uygun düşen stratejik akıl elzem.
Geçen gece HT'de, Büyük Sorular'da, (Mahir Kaynak'ın kızı) Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan vardı.
Yeni kitap'ı "DUVAR"ı anlattı.
http://denizulkearibogan.net/duvar/
Kitap'ı okumadım ama ekran karşısından dikkatle dinledim.
(Dünya tarihinde benzeri var mıdır bilmiyorum, kendi sesine dublaj yapan programın sunucusu müdahale etmese, daha da akıcı bir sohbet olabilirdi.)
Bu çerçeve'de birkaç katkı notu:
Prof. Arıboğan, "II. Dünya Savaşı'na akan süreç'ten farklı bir tablo yok" diyor.
"II. Dünya Savaşı çıkmadan önce de kimse çıkacağını tahmin etmiyordu", diye de ekliyor.
Yani?!
İçinden geçmekte olduğumuz zaman diliminde olduğu gibi durumu var.
Hal böyleyken:
1. Duvar'dan anlaşılması gereken, medeniyet duvarı!
Daha açık ifade ile söyleyecek olursak, Deniz Hanım'ın anlatımını, 2002'de Çırağan'da konuşma yapan Clinton'un "2 milyar dünyalı" argümanı üzerinden yorumlamak mümkün!
ABD'den Rusya'ya enerji bazlı güvenlikli otoyolu!
2. Duvar'ın önünde yani Batı Roma içinde CIA Gehlen Rothschild iletişim zinciri var.
Duvar'ın öte tarafında yine Rotschild'ın yönlendirdiği Doğu Roma istihbarat'tan mülhem ayak'a kaldırılan Çin var.
Çin, Afrika, Avrupa vb olmak üzere, Batı ile her yerde kafa kafaya rekabet'te!
Yeni duvar'ı, "Çin Seddi"nin yerine Çin'e karşı sed/duvar diye okumak da mümkün!
Sanayi 4,0 da Çin'in ucuz işgücüne verilen bir başka cevap.
3. Karşıt'ı olmadan hiçbir güç pozisyon'unu koruyamaz ise yeni dönem'de Çin, komünist Rusya'nın yerini alıyor, ABD'ye, AB'ye, ezcümle Batı Roma'ya karşı!
Putin ise Almanya üzerinden yeni süreç'in enerji tedarikçisi!
4. II. Dünya Savaşı'na akan süreç'te "Duvar", "future/gelecek" film'lerinde olduğu gibi, "Batı" ile The Others yani "Diğerleri"nin arasına çekiliyor!
Meksika ile araya çekilen duvar, Suriye ile araya çekilen duvar vb.
Yani, Dünya içinde yeni bir dünya ya da Roma yeniden inşa ediliyor.
Doğu/Batı Roma vb.
Büyük resim'de kaos'tan çıkması istenen, beklenen enstantane!
Ortak değerlere sahip yeni dünya düzeni!
5. Felsefeciler, tarihe geçmiş filozoflar, dünya tarihine yön veren dönem'in mutfak'larının aşçıları ise günümüz kordüğüm'ünün çözümü, 1776, 1789 değerlerinin içinden yükselmekte olan kozmik akıl'da saklı!
Türkiye bu çerçeve'de kararını verecek, hangi dünya'nın içinde yerini alacak?!
Osmanlı eksi dünya'ya aitti tarih oldu.
Laik Türkiye Cumhuriyeti yeni dünya değerlerinin içinden yükseldi!
6. Post modern harp kapsamında Batı'nın içinde istihbarat savaşları yaşandı, teröristler de taşeron şiddet işçisi.
Med Mezir kapsamında, Trump, Neo II. Dünya Savaşı'na akan süreç'i temsil ediyor.
Çözüm enerji bazlı sulh'ün yüksek matematiği üzerinden gelecek.
Küre'nin kilit taşı yine Anadolu, Türkiye üzerinde çatılacak.
7. Deniz Hanım, emeklilik günleri için sakin bir Ege kasabasına yerleşmekten bahsetti, zımnen Urla dedi.
İngiltere'de yapılan toplantı kapsamında, Rus istihbaratının açtığı sahte hesaplar üzerinden yönlendirilmek istenen ve aşırılığa kaçmaya müsait gençliğe, süreç'e dikkat çekti.
Siber savaşı anlattı.
Sinek büyüklüğünde dron'lar ile yapılan suikastler vb ise Türkiye'nin savunma anlamında geriden geldiğinin altını çizdi.
Batı CD kullanırken, VCD fabrikası açmak gibi ya da renkli televizyona geçildiğinde siyah beyaz tv fabrikası kurmak gibi, akıllı telefon vb.
Hasılı:
Sorun belli.
Çözüm belli.
A'dan B'ye ne kadar sürede varılacağı ise "ortak akıl"da saklı!
Voltran elzem.
Ezcümle:
“Sadelik; karmaşanın en son noktasıdır!”
Leonardo da Vinci
https://hayrullahmahmudozgur.blogspot.com/2018/11/voltran-veveya-hangi-duvar-kime-duvar.html
Hayrullah Mahmud Özgür & Cüneyd Şaşmaz 

1 Kasım 2018 Perşembe

Cumhur Başkanı: "T.C. gidecek, A.Ş. gelecek" (TC INFORM-24 MART 2015 SALI) Gazeteci, Siyaset Bilimci, Araştırmacı-Yazar: Mustafa Nevruz SINACI

T.C. gidecek, A.Ş. gelecek!.. (Gazeteler: 24 MART 2015 SALI)
Mustafa Nevruz SINACI

Fikri sefalet, kara cehalet, menfur hırs ve ihtiraslarının zebunu; Adil, saydam ve dürüst olmaktan aciz, zavallı, “güdümlü kifayetsiz muhterislerin” tavan yaptığı ülkemizde çok garip, acayip ve tuhaf şeyler olmaya başladı. Meselâ; Yunanistan 2004 yılından bu güne 16 adamızı fiilen işgal etti, Genelkurmay dut yemiş bülbül gibi sessiz! Şanlı TSK (!)’nın gık’ı çıkmıyor.
Şer, şeamet, fesat ve tefrika ehlinin Kobani dedikleri Ayn El Arap’ta, her ne hikmetse Türk Bayrağı dalgalanıyor. Güneydoğu’nun neredeyse tamamında Türk askeri kışladan, Türk polisi karakoldan dışarı çıkamıyor. Buna mukabil eşkıya her yerde hâkim, anarşi, terör, tedhiş, zulüm, işkence, soygun, vurgun bölgede alçakça kol geziyor. Buralarda devlet yok. Hükümet, idari merci, adalet, özgürlük ve güvenlik adeta eşkıya ya emanet! Tam bir rezillik bu, insanlık dışı kepazelik ve utanç!.. Üstüne üstlük, bölgede hükümetin gücü, başta elektrik olmak üzere; Doğalgaz, su, internet ve telefon bedellerinin tahsiline yetmiyor. Batı’da yaptıkları gibi ‘baskı, icra-i takiple, ihbarla icbar etmek ve hizmeti kesmek’ yerine; İnsan hakları, adalet ve hukuka aykırı biçimde “namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu” Batı Anadolulu vatandaştan haksız tahsil cihetine gidiyorlar. Bunlar Devletin ve hükümetin yapacağı işler değil!..Çok ayıp ve kolaycı.
AMA NE YAZIKKİ MUHALEFET YOK!..
Memleket adeta saldırganların, arsız, hırsız, yolsuz ve soysuzların serbest bırakılarak; Jandarma, asker, polis, hâkim ve savcı gibi adalet, hakkaniyet ve güvenlik unsurlarının “darp edilerek bağlandığı” biçimi tuhaf bir görünüm arz ediyor. Adil ve güçlü, haklılardan yana bir Anayasa akamete uğratılmış vaziyette, eskisi dâhil “en yeni, torbadan taze çıkmış yasalara” dahi uyulmadığı oluyor. Adalet, hakkaniyet, hukukun üstünlüğü, meşru özgürlük ve güvenlik, yedi’den yetmişe, doğudan batıya, bütün vatan satını şamil (kapsayan) bir eşitlik yok. Meselâ, Memurlar, işçiler ve emekliler arasında “Eşit işe eşit ücret” kuralı bitti. Hükümet erk’inin “hüküm ve hikmet” ehliyeti icabı olması zorunlu “Maaş, hak ediş ve ücretler arasında norm ve standart birliği” yok. Üretici-tüketici arasında (serbest rekabet ilkeleri korunmak kaydıyla) idame ettirilmesi zorunlu; “Aracı, tefeci ve komisyonculara %5 ile azami %20’den fazla kâr imkânı vermemek” suretiyle ana unsurların korunması ilkesi göz ardı edilmiş durumda!..
Hâsılı devletin düzeni bozuk, hükümet ayar tutmuyor, muhalefet mel’un; Vatandaşın kahir ekseriyeti çaresiz; korkutulmuş, bastırılmış ve sindirilmiş vaziyette. İslâm ülkesi desen değil; zira hak, adalet ve hukuk yok. Cumhuriyet, Demokratik, Lâik Hukuk devleti hiç değil; Çünkü en başta memlekette etkili, güçlü ve belirleyici muhalefet, halka ait-halka dayalı kitle partileri, siyasi ahlâk ve siyasette “insan hakları, hukuk, eşitlik ve demokrasi”den eser yok.
İşte, tam da bu ortamda memleketin Cumhur Başkanı RTE (16 Mart 2015, Sözcü) yıllardır, “acaba ne zaman baklayı ağzında çıkaracak” kabilinden beklenen lâfı söyledi:
“T.C. gidecek, A.Ş. gelecek…” Haber başlığı aynen şöyle, metin aynen aşağıda:
“T.C. gidecek, A.Ş. gelecek (16 Mart 2015, Sözcü) RT Erdoğan'ın Balıkesir'de yaptığı konuşmasında "Türkiye anonim şirket gibi yönetilmeli" sözleri tepkilere neden oldu. Erdoğan, Başkanlık Sistemi’ni anlatırken ülkeyi bir “anonim şirket” gibi yönetmek istediğini ifade etti. Balıkesir’de konuşan Erdoğan şunları söyledi;
“TÜRKİYE ANONİM ŞİRKET GİBİ YÖNETİLMELİ”
“Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemini geçmişten bu yana söyledim yine söylüyorum. Bu sistemde ısrar etmek milletimize haksızlık! Yeni Türkiye sizlerin Sivil toplum örgütlerinin işadamlarımızın ellerinde yükselecek. Sizden istirhamım Yeni Türkiye, Başkanlık Sistemi ve yeni anayasayı her fırsatta millete anlatın. Bir Anonim Şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen... 400 milletvekili verdiğiniz zaman, yeni anayasa yapılacak ve başkanlık sistemi gelecek.”
SARAY’INDAKİ PERSONEL SAYISINI ŞİMDİDEN KATLADI
Ülkeyi şirket gibi yönetmek isteyen Recep Tayip Erdoğan daha şimdiden Saray’ındaki çalışan sayısını 2 bin 700’e çıkardı. Abdullah Gül döneminde bu rakam 718′di…
PEKİ, ANONİM ŞİRKET NEDİR?
Anonim şirket, (daha açık, sarahatle anlaşılabilir, gerçek ve net anlamda Aile Şirketi) sermayesi belirli ve paylara bölünmüş ve borçlarından dolayı yalnız mal varlığıyla sorumlu olan şirkettir. Tamamı esas sözleşmede taahhüt edilmiş bulunan sermayeyi ifade eden esas sermaye 50.000 Türk Lirasından ve sermayenin artırılmasında yönetim kuruluna tanınmış yetki tavanını gösteren kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş bulunan halka açık olmayan anonim şirketlerde başlangıç sermayesi 100.000 Türk Lirası’ndan aşağı olamaz. Bu en az sermaye tutarı Bakanlar Kurulunca artırılabilir. Anonim şirketin kurulabilmesi için pay sahibi olan bir veya daha fazla kurucunun varlığı şarttır.”
DAHASI VAR
Ülkemiz ve dünyada anim şirketler, genellikle bir aile, organize grup veya belirli bir maksada matuf olarak seçilmiş zümreler tarafından “kazanç paylaşmak amacıyla” kurulur. Bu gün için anonim şirketlerin tamamına yakın bölümü, dünyada (7 veya 12) kız kardeşler denilen, küresel/evrensel, bütün sektörlere egemen kapitalist-emperyalist vampirlerin elinde veya emrindedir. Bunlara çok uluslu canavarlar denilir ki, hemen hepsi mevcut pek çok dünya devletinden daha etkili, zengin, yaptırım ağırlıklı ve güçlüdür. Dolayısıyla anonim şirketlerin idaresi sahiplerinin de elinde değil, bahusus yeryüzü keneleri, sülük, vampir ve domuzlarının güdümündedir. Gayrisi hakkında yorum sizin!.. Ama medeni siyaset, adalet ve demokrasinin gereği olarak: Devletler bünyesinde, devletin/milletin, hükümetin, HALKIN emrinde, millete tabiî ve vatandaşların huzur, mutluluk ve zenginliği için çalışmak koşuluyla muhtelif şirketler kurulabilir. Ama asla bir devlet şirket gibi düşünülemez ve şirket gibi yönetilemez!..
MUHALEFET ROLÜNDE
İŞBİRLİKÇİ ŞEBEKELER!..
Mustafa Nevruz SINACI
Şimdi düşünüyorum da, eğer 1946-1950 CHP’sinin karşısında tarihi-kadim Demokrat Parti olmasaydı, bu gün Türkiye Cumhuriyetinin hali, her halde Somali’den farksız, Mısır’dan beter, belki de (CHP’nin devrimciliği, müzmin solculuğu ve SSCB hayranlığı nedeniyle vaki) Rus özentisinden dolayı, Afganistan’dan beter olurdu! Nedeni şu: Çok küçük istisnalar hariç olmak üzere bu gün Türkiye, tam da CHP’nin 1940’larda, 50’lerde durduğu yere dönmüştür.
Türk inkılâbı ile ülkemizde kurulan “medeni siyaset”in (Cumhuriyet) ruhunda, özünde var olan “terakki (gelişme/yükselme, muasır medeniyet seviyesini aşma) sisteminin” tam tersine işleyen gericilik/irtica ve yobazlık budur işte! Şu hale nazaran Türkiye, mevcut durum, konum ve düzeyi itibarıyla; Varisi ve/veya bakiyesi olduğu Osmanlı Devleti, diğer bakiyeleri olan çakma devletlerin ekseriyeti ve özellikle Türk İnkılâbına nispetle başarısız; İslâm formu esasıyla dikkate alındığında ise çok az gelişmiş ve çok geri kalmış bir haldedir!..
SEBEP: Şüphesiz Cumhuriyet, adalet, demokrasi ve lâiklikteki samimiyetsizliktir.
SİYASETTE SULTA, CUNTA, İRTİCA, DİKTA VE YOBAZLIK
Türk siyaset tarihinin onuru, şerefli ve soylu yüz akı Demokrat Parti, sinsi ve emrivaki bir kararla katılmak zorunda kaldığı 1946 seçimleri hariç; Bilumum yerel ve genel seçimlerde ‘teşkilât yoklaması’ yapmış.; İstisnasız bütün adaylar bizzat ‘partiye kayıtlı ve herhangi bir aidat borcu olmayan’ üyelerin katılımıyla, tek etkili, yetkili ve yegâne belirleyici Ön Seçim yöntemi ile belirlenmiştir. Ki bu, insana saygı, demokrasi, hak-adalet, eşitlik, hukuk ve ahlâka saygının açık, net, mert ve tek göstergesidir.
Parti İçi Demokrasi’nin teminatı, çimentosu ön seçimdir.
Resmi, yasal ve Hâkim teminatlı “Ön seçim” yapılmayan partide demokrasi;
İnsan hakları, adalet, eşitlik ilkesi, hukuk da yoktur!.
Ön seçim millet için bir hak, parti üyeleri için zorunluluk, parti yönetimi içinse ahlâki, hukuki ve insani bir görevdir. Ön seçim yapmamak, açık hali ve tabiriyle “Kitle Partisi” değil, şahıs teşekkülü, siyasi şirket veya harici iştiraklerle güdümlenen organizasyonlar anlamı taşır.
Her ne kadar mevcut yasal düzen ve cari mevzuat itibarıyla kerhen “mubah” olsa dahi, esasta aday yoklaması, merkez yoklaması, temayül yoklaması gibi ad’larla yapılan sözde aday tespit, aslında atama ve re’sen tayin usulleri ahlâki, insani, olağan, kabul edilebilir ve normal değildir. Bu uygulamalar halktan kopukluğun, millete rağmen siyaset yapmanın, güdümlü bir siyasi organizasyon olmanın ya da vesayet, tasallut, sulta, cunta ve dikta gibi insanlık dışı kara ve karanlık mihraklara dâhil bulunmanın işaretidir. Sebebi de: Halka güvenmemek, insanlara inanmamak ve bilhassa milletle devlet aleyhine bazı işler çeviriyor olmaktır. Aksi takdirde ön seçim yapmak açıklığın, şeffaflığın, saydamlığın, namuslu-dürüst, demokrat olmanın yegâne göstergesidir. Ayrıca demokrasi, adalet ahlâkı, eşitlik ilkesi ve evrensel hukukun gereğidir.
Öyleyse ÖN SEÇİM yapmayan partiye oy vermek ne kadar doğrudur?
Millete güveni ve saygısı olmayana, millet ne kadar inanıp güvenmelidir?
Çünkü “Ön Seçim” yoksa mutlaka “organize işler”, karanlık dehlizler ve kapalı kapılar ardında menfur, çirkin ve ahlâk dışı pazarlıklar vardır.
Ancak, 2820 Sayılı siyasi partiler kanunu ile kanun gereği 07 Haziran 2015 Seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu tarafından hazırlanıp yürürlüğe konulan Seçim Takvimi’ne göre.; 29 Mart 2015 Pazar günü yapılacak “yargı gözetimi ve hâkim teminatlı ön seçimler” için, seçime girme hakkı bulunan kaç parti resmen başvurdu dersiniz?
YASAL ÖN SEÇİM İÇİN BAŞVURAN TEK PARTİ CHP!..
İster inanın ister inanmayın, ben 20 Mart 2015 Cuma günü önce İnternet ortamında uzun bir araştırma yaptım. Bulduklarıma inanamadım. Sonra saat: 18.00’de Yüksek Seçim Kurulu’ndan teyit aldım. Buna göre: 298 sayılı Kanun'un 19., 2820 sayılı Kanun'un 41/(a) ve Yüksek Seçim Kurulunun 2 Şubat 2015 tarihli ve 112 sayılı kararı ile kabul edilen "Siyasi Partilerin Önseçim veya Aday Yoklaması Yöntemleriyle Aday Tespitine İlişkin Usul ve Esaslar Gösterir 125 sayılı Genelge"nin 6. maddesinin (b) bendi uyarınca, 29 Mart 2015 Pazar günü yapılacak resmi, yasal, açık, dürüst ve demokratik “ön seçimde” sadece CHP, (maalesef o’da örgütlü İllerin tamamında değil, sadece % 85’inde) ÖN Seçim yapacak.
Bunda; CHP içinde çok akılcı, onurlu, sorumlu ve güçlü bir “demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk mücadelesi” veren; “Parti İçi Demokrasi, Ülke İçin İktidar Topluluğu ve Bileşenleri”nin çok etkili, olumlu ve sorumlulukla icra edilen önelmiş derecede rolü olduğunu sanıyorum. Bu vesileyle mezkür grubu içtenlikle tebrik ediyor, kutluyor ve bütün partilerde böyle inançlı ve bilinçli grupların oluşmasını diliyorum. (*)
BU, MİLLETE YAPILAN BÜYÜK BİR HAKSIZLIKTIR
Bilindiği üzere, seçime katılma hakkı bulunan 31 parti var. Bunlardan kaçının aday gösterip seçime katılacağı şimdi belli değil. Ama şu an belli olan tek şey: CHP hariç olmak üzere.; Seçime fiilen girecek diğer partilerin tamamının millet iradesine saygısız, başta demokrasinin nezih ilkeleri olmak üzere: Adalet, hukuk ve eşitliğe aykırı biçimde keyfi aday belirleme veya kendi menfur emel ya da muhtemel çıkarları doğrultusunda memur, uşak, kul, köle veya maraba atamadır…
ÜSTELİK DEMOKRASİ AYIBI VE HUKUKUN UTANCI
Şu hale ve manzaraya rağmen siyasi partiler asla ve kellâ “Demokrasinin vazgeçilmez unsuru” olamazlar. Ön seçim yapanları tenzih ederek söylüyorum; Olsa olsa, Türkiye’de hak, adalet, eşitlik, demokrasi, insan hakları ve hukukun utancı olurlar. Memleketin hali de bunu açıkça gösteriyor zaten. Usulen muhalefet rolü oynamaya ve yalancıktan muhalefetmiş gibi davranmaya çalışan halk düşmanı, Lânetli kesime bir diyeceğim yok. Fakat, adında “adalet” yazılı sözde “iktidar” partisine de yazıklar olsun!..
(*) BASIN AÇIKLAMASI
(Sayın Cengiz Önal Tarakçıoğlu’na teşekkürlerimle)
Parti İçi Demokrasi, Ülke İçin İktidar Topluluğu ve Bileşenleri olarak, yaklaşan Genel Seçimler’de aday belirleme süreci için Ön Seçim yöntemini siyasal ve ahlaksal bir zorunluluk olarak görüyor ve savunuyoruz.
Başlangıçta yadırganan ve ön yargılarla karşılanan bu ilkemiz, üye tabanının ve örgütlerimizin geniş desteği ile Genel Merkezimiz’ce de kısmen benimsenerek uygulamaya konmuştur. Hatta başlangıçta karşı çıkanlar bile bu yöntemin partimizi diğer partilerden ayıran en önemli fark, demokratik bir standart olarak savunmaya ve övmeye başlamışlardır.
Ancak, bu önemli bir adım olmakla beraber yeterli değildir. Partimiz’de yıllarca ve defalarca Milletvekili olanlar, Parti olanakları ile siyaset yapabilen ve kendini rahatça tanıtabilen Parti Meclisi (PM) üyeleri, Partinin en üst kademesini oluşturan MYK üyeleri, Genel Başkan Yardımcıları’nın çoğu ve Genel Sekreter bile ön seçimden çekinerek merkez yoklaması ile yani kendi oyları ile kendilerini ön sıralara yazdırma kolaylığına ve ayıbına kaptırmışlardır…
Bu ayıplı durumdan kendini koruyup ön seçime katılan Genel Başkanımız, MYK ve PM’nin bazı üyelerini kutluyor bu sebeple tüm MYK ve PM üyeleri ve Milletvekillerimize örnek olmasını diliyoruz. Henüz vakit varken onları da aynı siyasal ahlak ilkesine uymaya ve bu büyük ayıptan kurtulmaya çağırıyoruz.
Ülke içinde AKP’nin hak ihlallerine ve gasplarına karşı çıkan Partimiz, kendi içinde bu kadar büyük hak ihlallerine ve siyasal gaspa izin vermemelidir.
Kontenjan hakkı parti içine dönük kullanılmamalıdır. Bilgi birikimi ve deneyimi ile Partimiz’e katkı koyacak, konusunun uzmanı kişiler ile yapılacak seçim ittifakları için kullanılmalıdır. Saygılarımızla...
CUMHURİYET HALK PARTİSİ
PARTİ İÇİ DEMOKRASİ,
ÜLKE İÇİN İKTİDAR GRUBU
ANKARA, 20 MART 2015
***
ÖNERİ, YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKILAR:
Sayın Sibel Hanım, Mustafa Nevruz Sınacı Bey bir politikacıdır. Elbetteki söylediklerinde doğruluğu olan ifadeleri de vardır. Lakin Tayyip Beyin bu ifadeyi kullanırken gerçekte niçin kullandığını, yani devletin içinde bulunduğu bürokrasiyi azaltarak işlevselliğini artırmayı anlatını ve kastettiğini evlatlarını tanıdığı gibi bildiği halde eski alışkanlığından olsa gerek seçim sathı mahalline girmiş ülkemizde yeni politik manevra denemeleri olduğunu siz de adınızı bildiğiniz gibi düşünebilirsiniz. Bu kadar açık bir beyanı dahi, tekeden süt çıkarma gayreti ile servise verip politik havayı haşlama gayretini ne millet ne de reel sektör yemiyor artık, haberiniz olsun. Biz mahallelerde ve sokaklarda milletin söylemlerine şahit oluyoruz. Bunu paylaşmak isterim. Siz de hevesle bu yazıyı yaydınız ama, milletin son yıllarda ne dediğini veya ne demek istediğini anlamaya gayret etsinler. Gün geçtikçe yaş da ilerliyor. Germek yerine, yol gösterici olmak daha kıymetlidir. İddia ediliyorsa, hikmetli olmak da bunu gerekli kılar. Siz nerde yaşıyorsunuz, bilemiyorum ama Sayın Sınacı bunu bilir.
Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Ali YÜCEL, İBB (İstanbul Büyükşehir Belediyesi)
*
Ali bey,
Politikacı Tayyip Erdoğan veya Kemal Kılıçdaroğlu veya Devlet Bahçeli ve çevrelerindekilere denir. Mustafa (Nevruz Sınacı) bey ise siyaset bilimcidir.
Aradaki fark çok büyük ve açıktır. Ama tam olarak anlamayabilirsiniz. Tıpkı benim sizin son yazınız olan “Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.” lâfını anlamadığım gibi...
Arapça, Farsça karışmış. Osmanlı vari, tekerlemeleri bırakıp Türkçe yazarsanız, sizi daha iyi anlayabilirim. Milletimizin ne arzu ettiği ise.. Ilk hilesiz seçimde …muhtemeldir haziranda ortaya açıkça çıkacak ..
Hoşça kalın, SIBEL ERTUNÇ, TURKISHFORUM

20 Ekim 2018 Cumartesi

"SÜLEYMAN DEMİREL SEVDALILARI" ADANA/SEYHAN BULUŞMASI. "MECDİ CENGİZ FIRSATÇILARA FIRSAT VERMEYİN (ADANA’DA BÜYÜK BULUŞMA)" Mecdi CENGİZ DP (Demokrat Parti) Akyazı Eski İlçe Başkanı 20 Ekim 2018-Cumartesi

Mecdi CENGİZ 
DP Parti Akyazı Es.İlçe Başkanı
MECDİ CENGİZ
FIRSATÇILARA FIRSAT VERMEYİN
(ADANA’DA BÜYÜK BULUŞMA)

17 yıllık AKP iktidarı devletin tüm gücünü kullanarak akıl almaz yöntemlerle MİLLETE UMUT olacak yeni siyasal hareketlere geçit vermedi. Ne yazık ki Türk siyasetinin güçlü aktörleri ve devlet adamı niteliklerini taşıyan bir çok önemli ismin bu konudaki gayretleri de sonuçsuz kaldı. Türkiye’nin kalkınma ve demokrasi hareketinin güçlü siyasi partileri DOĞRU YOL, ANAVATAN ve DEMOKRAT partiye gönül veren milyonlar misyon’a ihanet edenlerin yüzünden bir türlü toparlanamadı. DOĞRU YOL VE ANAVATANIN BİRLEŞMESİ ile toplumda uyanan umut ve heyecan dalgası hayal kırıklığı ile son buldu. Yıllar sonra Mehmet AĞAR’ın oğlunu AKP den milletvekili yaptırması birleşmenin hangi güçlerce engellendiğinin açık ifadesiydi. CİNDORUK ,SOYLU ve ZEYBEK’le hayal kırıklıkları ve kitlesel çözülmeler devam etti. Mevcut genel başkan Gültekin UYSAL ve onunla birlikte sorumluluk taşıyanlar yapılacak bir ittifakla genel başkan ve bazı genel başkan yardımcıları Milletvekili olabiliriz düşüncesiyle yani küçük çıkar hesaplarıyla partinin güçlü bir lider ve güçlü bir kadro oluşumuna bilerek mani oldu. DP son seçimde Türkiye genelindee ancak bir büyük şehrin mahalle muhtarı kadar sadece 67.000 oy alabildi. 24 Haziran seçimlerinde DP genel başkanı UYSAL İYİ parti listesinden Afyon Milletvekili olarak muradına erdi Ama Parti muradına eremedi. Teşkilatlarının boşalması ve çökmesi de UYSAL’ın maalesef hiç umurunda olmadı.
BİR HÜSRAN DAHA
Türkiye’yi beka noktasına getiren, Milleti bölüp kamplaştıran ve uyguladığı tüm politikalar iflas eden AKP den bunalan milyonlar bu sefer Sayın Meral AKŞENER hareketini umut olarak görüp ona yöneldi. İYİ partinin Genel merkez ve teşkilat yapılanmalarındaki yanlış politikalar 24 Hazirandaki aday belirlemelerinde yapılan yanlışlık ve hatalara rağmen 5 milyon insan İYİ partiye, Meral AKŞENER’E oy verdi. 24 Haziran seçimleri öncesi ve sonrası gelişen olaylar GÜÇLÜ BİR SİYASAL HAREKET bekleyen büyük kitleyi bir kez daha hayal kırıklığına ve hüsrana uğrattı. 
YENİ BİR UMUT YENİ BİR HAMLE
Bütün bu olumsuzluklar karşısında Türkiye’nin en büyük MİSYON, DAVA, DEMOKRASİ ve KALKINMA hamlelerinin öncüleri MENDERES, ÖZAL ve DEMİREL sevdalısı milyonlara umut olacak bir çoban ateşi Adana’da yakıldı. Adana Seyhan DP eski ilçe başkanı M.Emin ATASEVER ve arkadaşlarının organize ettiği BÜYÜK BULUŞMA 20 Ekim’de Adana’da yapılıyor. Türk siyasetinin güçlü aktörlerinin, Türkiye için yeni bir çıkış yolu arayan Cumhuriyet, demokrasi, kalkınma, adalet ve barışa hasret dava arkadaşlarımız BU UMUDA HAYAT VERMEK için Adana’da buluşacak. Türkiye’nin devasa sorunları elbette bu toplantının programı içinde geniş bir şekilde tartışılamaz, ancak çok önemli olan bir adım atılmıştır, sonrası için inanıyoruz ki daha kapsamlı SİYASET BİLİMCİLERİNİN, EKONOMİ VE DIŞ POLİTİKA UZMANLARININ, BİLİM ADAMLARININ KATILIMI İLE HAREKETE GÜÇ VE HIZ KAZANDIRILACAKTIR. Çok iyi bir zamanlama ile AKP iktidarının Milletin ve ülkenin üzerine karabasan gibi çöktüğü bir dönemde bu büyük buluşmayı gerçekleştiren ATASEVER ve arkadaşlarını yürekten kutluyorum. Ancak bu vesile ile önemli bir hususa da dikkat çekmek istiyorum. Bu toplantıya katılacak olanların ezici çoğunluğunun kişisel bir beklenti içinde olmadıklarına yürekten inanıyorum, ancak zaman zaman idealist insanların başlattığı böylesi hareketlere hiçbir katkısı olmadan sahiplenmek insiyatif ve ön olmak isteyenler olduğunu da görürüz. Bu hareketin daha ilk adımlarında da herhangi bir sonuç ortaya çıkmadan kendini kurucu ilan eden hareket ve toplantı ile ilgili basına demeçler verenler olduğunu da görüyoruz. İnanıyorum ki bu büyük buluşma da davaya ömrünü veren siyaset büyüklerimiz ve dava arkadaşlarımız fırsatçılara fırsat vermeyecek, Milletimize yeni bir hayal kırıklığı yaşatmayacaklardır. Bu büyük ve tarihi buluşmanın ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını yürekten diliyorum.
Mecdi CENGİZ
DP Parti Akyazı Es.İlçe Başkanı

8 Ekim 2018 Pazartesi

AF!.. "ARZU KÖK" -Teklif “af” olarak anılıyor fakat bu bir genel af değil, bir nevi özel af. Mayıs 2018 öncesi bir kısım suçlar için cezadan beş yıl indirim yapılmasını öngörüyor. Genel af ilanı için Anayasa gereği Meclis’in 5’te 3 çoğunluğunun onayı gerektiğinden teklif infaz yasası değişikliği olarak getirilmiş ki bu yasa çoğunluğa ihtiyaç duyulmaksızın yasalaşabilsin.

AF!...

Geçenlerde MHP’nin sunduğu af teklifi TBMM’ye geldi. Meclis de açıldığına göre, hakkında ilk karar verilecek tekliflerden biri olacağı da kesin. Teklif “af” olarak anılıyor fakat bu bir genel af değil, bir nevi özel af. Mayıs 2018 öncesi bir kısım suçlar için cezadan beş yıl indirim yapılmasını öngörüyor. Genel af ilanı için Anayasa gereği Meclis’in 5’te 3 çoğunluğunun onayı gerektiğinden teklif infaz yasası değişikliği olarak getirilmiş ki bu yasa çoğunluğa ihtiyaç duyulmaksızın yasalaşabilsin. Son günlerin nedense en önemli sorunu gibi lanse ediliyor. Ne yazık!...

Af, barış, el sıkışma vb. terimlerin altında yasaların kişilere ve zamana göre esnetilmesi, gerekçesi ne olursa olsun yanlıştır. Aydınlanma devriminin önde gelen düşünürlerinden Jean Jacques Rousseau da bu şekilde düşünenlerden. 1762 tarihinde basılmış olan “Toplum Sözleşmesi” kitabında, “Genel istem, gerçekten genel olabilmek için, özünde olduğu kadar konusunda da genel olmalı; herkese uygulanmak üzere herkesten çıkmalıdır… genel istem kişisel ve belirli bir konuya yönelirse, elbette doğruluğunu yitirir” diye yazarak, niçin böyle düşündüğünü açıklamaya çalışan Jean Jacques Rousseau’ya göre, toplumun ortak yararı üzerine kurulu olması gereken anayasa/yasalar, şu ya da bu gerekçeyle özel konuların/çıkarların aracı haline geldiğinde yani kurallar kişilere, zamana ve zemine göre değiştirilip esnetildiğinde, bırakın doğru olmamayı, toplumsal yapıyı/devleti bütünüyle parçalayacak kadar tehlikeli bir nitelik kazanırlar.

Cumhuriyet’i kuran kadroların düşüncesi de bu yöndeydi. Kuralların zamana, zemine ve tabii ki kişiye göre esnetilip değiştirilmesinin toplumsal bütünlüğü bozacağının, cumhuriyetin üzerine inşa edildiği toplumsal değerleri yok edeceğinin, devlet yapısını çürüteceğinin farkında olarak bu konuda son derece özenli davrandılar. Tam da bu yüzden, kendilerine ayrıcalıklı davranılmasına alışmış toprak ağaları, aşiret reisleri, ticaret burjuvazisi, din tüccarları yani çıkar gurupları tarafından çok da fazla sevilmedi, benimsenmediler. Sadece kendileri benimsememekle de kalmadı, Cumhuriyet’i kuran kadroların, Atatürk’ün ölümü sonrasında, devrimlere sahip çıkma ve devrimleri sürdürme konusundaki isteksizliğinin/cesaretsizliğinin de etkisiyle, kural tanımazlığı “demokrasi” olarak lanse edip yüceltirken, kurala uymayı, cumhuriyet değerlerini savunmayı demokrasi karşıtlığı olarak sunarak toplumun gözünde değersizleştirmeye çalıştılar.

Turgut Özal’ın “Anayasayı bir kez delmekten bir şey olmaz” sözleriyle tanımlayabileceğimiz, günümüzde siyasi parti ayrımı olmaksızın çok geniş kesimlerce benimsendiğini düşündüğüm bu “demokrasi anlayışının”, içinde bulunduğumuz an itibarıyla ülkeyi ekonomik ve siyasi olarak getirdiği noktayı herkes net olarak görebiliyor sanırım.

Aslında bir organize suç liderinin adını söylemek istemesek de teklif “Çakıcı Affı” olarak adlandırıldı. Kendisi ise büyük bir meziyetle “Şahsım hariç tutulsun ama af çıksın” deyip durmaktaydı, sanki koskoca yasada bir tek Çakıcı ayrı tutulabilirmiş gibi. Artık nasıl bir kendini önemseme ya da bir suç liderinin nasıl birilerince önemsenmesiyse, siz düşünün.

Bildiğimiz kadarıyla Çakıcı eşini öldürmekten yargılandı ve 19 yıl ceza aldı. Yani kadın cinayeti işlemiş biri. Bir affın kadın cinayeti işlemiş birinin adıyla anılması dahi tek başına sansasyonel. Tevekkeli değil, af kapsamındaki suçların nitelikli dolandırıcılık, sahtecilik, hırsızlık, organize suçlar vs. olduğunu düşününce anlamı daha çok anlaşılıyor. Bu suçların hepsi topluma karşı işlenmiş adi suçlar. Erdoğan vakti zamanında “Devlet ancak kendisine karşı işlenmiş suçları affedebilir” demişse de şu an MHP’nin teklifini değerlendirmek zorunda.

Teklif devlete karşı işlenen suçları kapsam dışı tutuyor. Kendini milliyetçi olarak tanımlayan, milliyetçilik ülküsü çatısında birleşen bir partinin topluma karşı işlenmiş suçları durduk yere affetmeye çalışmasını tutarlı bulmak mümkün değil açıkçası. Neticede devlet toplum için var olan bir mekanizma. Devleti koruyalım korumasına da toplumu koruyamadıktan sonra devleti korumak ne derece anlamlı, üzerine düşünmek gerekir. Biz acaba toplumun canını yakmış herkesi affederek cezasızlık algısı mı yaratıyoruz, acaba yalnızca pisliği halının altına mı süpürüyoruz, suçun kökünü kazımak bir yana suç oranının artmasına mı vesile oluyoruz, diye bir sormak gerekir.

Bu yasanın çıkarılması için üç gerekçe ileri sürülmüş: FETÖ Savcısı ve yargısı tarafından mağdur olan insanların mağduriyetlerinin giderilmesi, cezaevlerinin doluluğu ve ıslah. İlk gerekçe ile yasa arasında bağlantı kurmak pek mümkün değil, zira devlete karşı işlenen suçların neredeyse tamamı kapsam dışı. İkinci gerekçe gerçeklik payı olan bir gerekçe olmasına rağmen doluluğun çözümüne bakış yanlış. Af bu konuda kısa süreli bir çözüm. Eğer suçun kökünü kazıyacak önlemler almazsanız bir ay sonra cezaevleri tekrar dolar.

Suçun kökünü kazımak ise uzun vadeli bir düşünme biçimini gerekli kılar ki bu da insan haklarının oturtulması demektir. Ancak bu da iktidarın intiharı anlamı taşır. Bu nedenle de yapamazlar. Kaldı ki, illa doluluk problemi ise söz konu olan öncelikle suçsuz yere tutuklananları, aylardır bir iddianamesi dahi olmayanları, ne için tutuklandığını bilmeyenleri, bebeği olanları, çok hasta olanları ve daha nicesini salıvermiyorsunuz? Üçüncü gerekçe ise gülünç. Islah, kimin ıslahı? Bu şekilde sadece ‘bazılarının’ ıslahı mı? Madem ıslahı bu derece önemsiyordunuz, niçin idam çığırtkanlığı yaptınız/yapıyorsunuz? İdam tartışmalarında“ceza hukukunun amacı suçluyu topluma kazandırmaktır” diyenler neden taşlandı?

Geçenlerde çocuğuna pantolon alamadığı için utancından kendi hayatına son veren bir baba …

Kaçırılan, kirletilen ve belli bir zaman sonra cesedi bulunan 'minik kızlar' ve mezarları başında feryat eden anneler…

Yüksek puanlar aldığı halde -torpili olmadığı için- bir kuruma yerleştirilmeyen 'psikolojisi bozuk' gençler…

Sokak başlarında, kendilerine ulaştırılacak esrar ve uyuşturucuları 'baygın gözler, kararmış yüzler, kemiğe dönüşmüş cansız bedenleriyle' bekleyenler…

Başını sokacak bir evi olmadığı için sokaklarda, parklarda, köprü altlarında sabahlayan vatandaşlar…

Harama el uzatmama ve kimseye köpek olmamak adına -alın teriyle- sokaklarda bir şeyler satarak geçimini sağlayanlar…

Ülkemizde bu bir sürü acının içinde yaşamak zorunda yüzlerce insan var. Ancak yazıktır ki bunların hiçbirisi cezaevinde tutuklu bulunan bir mafya lideri kadar önemli değil.

Hele ki onu serbest bırakmak adına yukarıda saydığım pek çok acıya sebep olan;Zehir tacirleri, hırsızlar, arsızlar,atiller ve sapıklar için de 'AF' çıkacak.

Ne diyeyim ben şimdi?...Yazıklar olsun sessiz kalanlara!…

Arzu KÖK

3 Eylül 2018 Pazartesi

Ana muhalefet Partisi CHP ye ilişkin değerlendirme yazım: Prof. Dr. Hakkı KESKİN, Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi eski üyesi Ana muhalefet Partisi CHP ye ilişkin bu değerlendirme yazımı lütfen en geniş biçimcimde çevrenize yayınız! Teşekkürler.

Ana muhalefet Partisi (yeni  & güncel) CHP'ye ilişkin değerlendirme yazım:
Prof. Dr. Hakkı KESKİN
Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi eski üyesi (*)
Türkiye Cumhuriyeti'nin tek adam rejimine dönüştürüldüğü günümüz sürecinde, özellikle  ana muhalefet Partisi olarak güçlü, etkin ve yaptırım gücü olan bir CHP'ye ihtiyacı vardır!
Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini oluşturan ve her zaman övünebileceği tarihi bir geleneğe sahiptir. Bu temel felsefe ve ana ilkeler arasında ülkenin vatandaşlık anlayışına dayanan ulusal bütünlük, geniş halk kitlelerinin sorunlarını ana görevi bilen halkçılık, kendini toplumun gereksinimlerine göre sürekli yenileyebilmek anlamına gelen devrimcilik, toplumda farklı dini inançlara devletin eşit davranması ve dinin siyasete ve ekonomik çıkarlara alet edilmemesini öngören laiklik, devletin vazgeçemeyeceği görevleri arasında bulunan eğitim, sağlık, altyapı hizmetleri, ulaşım ve geri kalmış bölgelere ekonomik yatırımları öngören devletçilikilke ve politikalarından, CHP’nin vazgeçmemesi ve hatta ödün vermemesi gerekir.
CHP bu kuruluş felsefesine ve kimliğine bağlı kalarak, günümüzün Demokratik Sol veya Sosyal Demokrat bir partinin, parti içi demokrasi, evrensel anlamda demokrasi, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, basın ve fikir özgürlüğü, insan hak ve özgürlüklerini ve en başta da sosyal adalet ve sosyal devlet ilkelerine kararlılıkla sahip çıkmalıdır. Bu ilkeleri altı okun yanı sıra vazgeçemeyeceği temel siyasi çizgisi olarak tüzüğüyle kabul etmelidir.
Sosyal demokrasinin temel dayanağı, öncelikle emeğiyle geçinen tüm insanlar ve bunların örgütleri olmalıdır: İşçiler, memurlar, emekliler, işsizler, çiftçiler, esnaflar, üniversite gençliği ve bu insanların sendikal örgütleridir. CHP zaman kaybetmeksizin öncelikle toplumun bu kesimleriyle doğrudan ve çok yakın bir diyaloga ve gerekli alanlarda dayanışma ve eylem birliğine girmelidir. Geniş halk kitleleri dediğimiz bu kesimlerin hak ve çıkarlarını savunan partinin CHP olduğu, izlenen politikalarla kanıtlanmalıdır. İktidara gelinmesi halinde, bu insanlar için nelerin nasıl yapılacağı parti programında somut olarak açıklanmalıdır.
CHP programının, dış politika başta olmak üzere, işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, eğitim-öğretim, sağlık, ulaşım, tarım, enerji, kentleşme, altyapı, doğa ve çevrenin korunması gibi her bir konuya ilişkin somut çözüm önerilerini ve projelerini ortaya koyması gerekir.
CHP’nin sosyal demokrasi kimliğini belirleyen en önemli ilke, toplumda sosyal adaleti sağlamak olmalı, parti kuruluş ilkelerinin yanı sııra öncelikle toplumda Sosyal Adalet ilkesiyle özdeşleştirilmelidir. CHP, toplumda hızla daha da artmakta olan gelir dağılımındaki dengesizliğe ve kutuplaşmaya ivedi olarak dur diyeceğini, ranta dayalı haksız ve spekülatif kazanç sağlama yollarının kapatılacağını, öncelikle de vergide adaletin sağlanacağını somut örneklerle halka anlatmalıdır.
Parti İçi Demokrasi, CHP'de dinamizmi ve  seçmenle kucaklaşmayı da sağlayacaktır
Türkiye’de gerçek demokrasi ve hukuk devletini isteyen CHP’nin, bunu öncelikle kendi parti organında uygulaması ve diğer partilere de örnek olması gerekir. CHP, halkın özgür iradesinin temsil edildiği tek yerin ve gücün kayıtsız şartsız Türkiye Büyük Millet Meclisi`nin olduğnu ve Parlamenter demokrasiden asla ödün verilmeyeceğini, programında özenle vurgulamalıdır.
CHP ivedi olarak yeniden yapılanmaya gitmelidir. Bu amaçla partinin temel felsefesini ve önceliklerini herkesin anlayabileceği ve okuyabileceği sadelik ve kısalıkta yeni bir tüzük ve programı, parti birimlerinde tartışılarak hazırlanmalıdır. Parti içi demokrasi sağlanmalı, tüm parti üyelerini kucaklayan, farklı eğilimlerin de parti yönetiminde görev almasını sağlayan, ülkedeki muhalif demokrat örgütlerle dayanışma ve işbirliği yapmayı öngören politikaları da genel yaklaşım olarak benimsemelidir.
Türkiye'de Parti İçi Demokrasinin sağlanmasında CHP öncü parti olmalıdır. Parti içi demokrasinin işlerlik kazanmasının vazgeçilemez ve ertelenemez önemini vardır. Parti içi demokrasinin uygulanması CHP'ye büyük bir dinamizm kazandıracaktır. CHP'nin mahallelerde, köylerde, ilçelerde ve illerde dinamik bir yapıya kavuşması, seçmenlerle doğrudan ilişkiye geçebilmesi içinde parti içi demokrasi çok önemli bir dürtü ve heyecan sağlayacaktır.
Parti içi demokrasi, parti organlarında kararların demokratik kurallara uygun olarak alınabilmesidir. Partide kararlar en üst kuruldan aşağıya doğru verilirken, en alt parti biriminde de, örneğin mahalle, köy, ilçe ve il örgütünde parti tüzüğüne uygun olarak kararlar alınmalı; parti organlarına kimlerin gelebileceğine genellikle partili üyeler oylarıyla doğrudan karar verebilmelidir. Mahalle, köy, ilçe ve il parti organları, parti merkezinin müdahalesi olmaksızın yerel düzeyde partili üyelerin oylarıyla demokratik olarak seçilebilmeli ve parti tüzüğüne ve programına aykırılık olmadığı sürece de, seçilenler görevden alınmamalıdır.
Almanya Sosyal Demokrat Parti'de ve Sol Parti'de parti içi demokrasinin nasıl işlediğini örnek olarak vermek isterim. Bu partilerde mahalle ve köylerde en alt parti birimleri vardır. Bunlar sayesinde en yaygın biçimde seçmenle sürekli olarak ilişki kurulmaktadır. Çünkü  mahalle ve köylerdeki parti birimleri, mahallenin ve köyün sorunlarını ele almakta, seçmenle bire bir ilişki ve diyalog halinde bulunmaktadır. Gerektiğinde bazı talepler için mahalle ve köy halkıyla etkinlikler gösterilmektedir. Bu etkinlikler sayesinde de yeni üyeler kazanılmaktadır.
Öte yandan partili üyeler bu sayede kimin aktif olarak parti amaçları doğrultusunda çalıştığını doğrudan yaşayarak görmektedirler. Partilerin mahalle birimlerindeki üyeleri, kendi delegelerini seçerek, parti organlarında, belediyelerde, belediye meclislerinde, belediye başkan ve milletvekili adaylıklarının seçiminde doğrudan etkin olarak kararlara katılmaktadırlar. Mahallelerden, köylerden seçilen partili delegeler, ilçe ve illerde yapılan seçimlerde kararlara doğrudan katılmaktadırlar.
Görüldüğü gibi parti içi demokraside, parti üyeleri mahalle örgütlerinden başlayarak yukarıya doğru İlçe ve İl parti kararlarında oylarıyla yetki sahibidirler. Alman Sosyal Demokrat Partisi Başkanının belirlenmesi, son yıllarda artık tüm parti üyelerinin oylarıyla yapılmaktadır. CHP genel başkanının da tüm üyeler tarafından seçilmesinin, kararın demokratik olmasının yanı sıra, partide ve kamuoyunda çok daha büyük güven, saygınlık ve etkinlik sağlayacağı inancındayım.
CHP'de büyük sancılara neden olan temel sorun, kurultaylara gelecek delegelerin önemli oranda Ankara'dan Parti yönetim kurulu müdahalesiyle belirlenmekte olduğu belirtilmektedir. Öte yandan Milletvekili ve Belediye başkan adaylarının da büyük bir kesiminin, genel başkan ve bir kaç yardımcısı tarafından belirlenmekte olması, büyük tepkilere yol açmaktadır. Bu sistem yerel düzeydeki eğilimleri ve önerileri dışlayan, kırgınlıklara, parti çalışmalarında isteksizliklere ve hatta istifalara neden olmaktadır. Parti içi demokrasinin işleyebilmesi ve çalışmalara her partilinin aktif desteğinin sağlanabilmesi için, parti üye ve delegelerinin özgür kararlarına saygılı olunması gerekir. Bazı illerde daha önce Milletvekili adayların önseçimle belirlenmiş olmasının, parti üyeleri tarafından olumlu karşılandığı bilinmektedir.
Çok daha da demokratik ve yararlı olacağına inandığım yöntem, belediye başkan adaylarının ve milletvekili adaylarının parti üyelerinin oylarıyla yerel düzeyde doğrudan seçilebilmesidir.
Kuşkusuz, parti çıkarları açısından, partiye seçimlerde oy kazandıracağı ve önemli katkı sağlayacağına inanılan kişilerin, milletvekili adayı olabilmesi için parti genel başkanı ve yönetimine, belli oranda kontenjan tanınması yararlı ve gereklidir. Örneğin milletvekili aday listesinde seçilebilecek yerler için yüzde 5`lik bir kontenjan bu kişiler için parti yönetimi tarafından kullanılabilir. Bu yöntem, Batı Avrupa sosyal demokrat ve Sol Partilerinde de uygulanmaktadır.
CHP Yönetimi gençleri kazanmalı ve farklı görüşteki  parti üyelerini kucaklamalıdır.
CHP'de izlediğim en ciddi sorunlardan biri de, parti yönetiminin, partideki farklı eğilimleri ve kesimleri kucaklamamasıdır. Oysa CHP bir kitle partisidir. Bu nedenle de parti bünyesinde, daha solda, merkezci, gelenekçi ve ulusal eğilimde olan partililerin, parti sempatizanlarının ve partiye oy verebilecek seçmenlerin göz önünde bulundurulması yararlıdır.
Ne yazık ki CHP, Gezi/Taksim direnişine katılan milyonlarca genci, parti içi demokrasiyi gerçek anlamda sağlayarak ve bu gençlerle samimi bir diyaloga girerek, kucaklamayı ve kapılarını bu dinamik insanlara açmayı başaramadı. Bu kucaklaşma ve kaynaşma göstermelik söylemle, “buyursun gelsinler” demekle olmaz. CHP gençleri kazanmak ve Partide aktif ve etkin konuma getirme konusunda kararlı bir çalışmaya girmelidir. Parti üyelerinin artan oranda gençleşmesi, CHP ye büyük bir dinamizm ve ivme kazandıracaktır. Gençlerin aktif çalışmasıyla partiye ilgi ve destek giderek daha da artacaktır.
CHP, kendini ulusalcı olarak tanımlayan, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve CHP'nin kuruluş felsefesine bağlı CHP'li seçmeni ve partilileri, yeniden kucaklamak zorundadır. Bunun aksine izlenen politikaların, başarılı olmadığı ve olamayacağı, son seçimlerde de görüldüğü gibi, kanıtlanmıştır. CHP'nin kendi kuruluş felsefesinden uzaklaşarak ve sağa açılarak, seçimlerde istenen başarıyı sağlama şansı yoktur. Bu yolu deneyen Sosyal Demokrat Partiler, Almanya, İngiltere, İsveç, Hollanda ve Danimarka'da büyük oy kaybına uğramışlardır. CHP hem kendi seçim deneyimlerinden ve hem de bu partilerin deneyimlerinden gerekli dersi çıkarmalıdır.
Kendi şehrinde bile seçimlere giremiyen, “Kefere Atatürk” ve "Ulus devlet miadını doldurdu" söylemleriyle tanınan Bekaroğlu gibilerin, partiye hiçbir getirisi olmayacağı, aksine oy kaybına neden olacağı görülmektedir.
CHP'de bugüne değin göreve gelen gruplar, partideki diğer eğilimleri yönetimden uzak tutmuş, milletvekili ve hatta delege olmalarını bile engellemişlerdir. Önceki genel başkan Sayın Deniz Baykal’a yapılan bu yöndeki eleştiriler, bu eleştirileri yapanlar tarafından da uygulanmıştır, uygulanmaktadır. Bu anlayış kitle partisi ve parti içi demokrasinin işlerliği bakımından son derece yanlıştır. Bu durum parti dinamizmini köreltmekte, partideki tüm güçlerin ve eğilimlerin kucaklanmasını engellemekte ve tüm partililerin aktif çalışmalarını imkânsız kılmaktadır. Seçmenlerin, kendi görüşlerinin partide temsil edilmekte olduğunu görmeleri büyük önem taşır. Kuşkusuz partideki tüm eğilim ve grupların, partinin tüm birimlerinde tartışılarak kabul edilen parti tüzüğüne, partinin genel felsefesine ve programına bağlı kalmaları gerekmektedir.
CHP`de ve diğer Türk partilerinde görmediğimiz bir anlayış da da CHP öncü rol oynamalıdır. Tüm Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, seçimlerde başarısız olan parti başkanı ve yöneticilerinin istifa etme kültürü, artık Türkiye`de de ugulanmalıdır. Ancak böyle bir politikayla parti yönetiminin yenilenmesine ve partiye yeniden güven duyulmasına olanak sağlanabilir. İstifa etme kültürü sonderece gerekli, doğru bir anlayış ve bu nedenle istifa eden ıçin de bir erdem olarak görülmelidir.
CHP'nin, Türkiye’nin can alıcı konularına vurgu yapan kısa ve özlü bir programa gereksinimi vardır!
CHP’yi diğer partilerden ayırt edici ve belirleyici kimliği, toplumda sosyal adaleti, sosyal devleti, işsizliğe çözümü, parasız eğitim-öğretimi, yenilenebilir enerjiyi, ülke tarımıyla halkın beslenebilmesini, doğanın ve çevrenin korunmasını ve toplumsal barışı sağlayıcı olma özellikleri olmalıdır.
İlginç konuları içermesine karşın yüzlerce sayfayı kapsayan CHP programını, akademik çevreler dışında fazla bir kesimin okuma ve incelemesi kolay olmasa gerek. Bu nedenle programda partinin ana görüşlerini içeren konular el broşürü olarak hazırlanmalıdır. Daha ayrıntılı bilgi içinse Partinin hedefleri en fazla 30-40 sayfayla sınırlandırılmalıdır. Görselliğe de önem veren bir biçimde broşür olarak ve e-posta yoluyla gönderilebilmeye uygun şekilde hazırlanacak bir programın, eğitim toplantılarıyla partililere ve ilgi duyanlara anlatılması gerekir. Ayrıca böyle kısa ve özlü bir program önemli dillere de çevrilerek CHP’nin nasıl bir parti olduğu, neyi amaçladığı uluslararası alanda da tanıtılmalıdır.
Kuşkusuz hazırlanacak parti program taslağının mümkünse mahalle, köy, ve en azından ilçe ve il parti birimlerinde tartışılması, gerekli ekler ve düzeltmeler yapıldıktan sonra da özel bir parti programı kurultayında tartışılarak benimsenmelidir. Ancak böyle hazırlanmış bir parti programı, tüm partililerin ortak programı konumuna gelebilir ve partililer için bağlayıcı nitelik kazanabilir.
Bu eğitim çalışmalarının sürekli olarak yapılabilmesi gerekir. Bunun içinse bir parti vakfının ve vakfa bağlı parti okullarının ülke düzeyinde yaygın hale gelmesi, CHP`de parti ve ülke sorunlarını çok iyi bilen, bu konularda ders verebilecek kadroların yetişmesine olanak sağlayacaktır.
CHP’nin, kuruluş felsefesini ve sosyal demokrat parti kimliğinin ayırt edici özelliklerini öne çıkararak diğer rakip partilerden farkını sergilemesi, geniş halk kitleleri için can alıcı sorunların neler olduğunu ısrarla vurgulaması ve bu sorunlara nasıl çözüm getireceğini, kaynağını nasıl bulacağını inandırıcı bir biçimde anlatması gerekir.
CHP’nin ana muhalefet partisi olarak aşağıdaki ülke sorunlarını sürekli gündeme taşıması ve asıl gündemi gölgeleyen yapay konulara ve polemiğe olabildiğince girmemesi gerekir.
CHP ısrarla şu konuları işlemeli ve çözüm önerilerinde bulunmalıdır:
1. İşsizlik sorunu: Neredeyse çalışma yaşındaki her 5 kişiden birinin sorunu işsizliktir. Gerçekte yüzde 20’ye varan işsiz kesimin eş ve çocuklarını da göz önünde bulundurursak, Türkiye nüfusunun üçte biri, işsizlikten doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmekte ve yakınmaktadır. Araştırmalar göstermektedir ki, işsizlik halkın en öncelikli sorunudur. AKP’nin en başarısız olduğu alan işsizliğe çözüm bulamadığı gibi, artışını da önleyemeyişidir.
2. Toplumda sosyal adalet: Özellikle AKP iktidarı döneminde toplumda sosyal adalet çok büyük oranda yok edilmiştir. Bir yanda dürüst yollardan geçimini sağlamaya çalışan veya iş bulamayanlar; diğer yanda ise yasalardan kaynaklanan boşlukları ve hatta yasadışı yolları kullanarak aşırı gelir sağlayan ve halk dilinde “yeni zenginler” olarak adlandırılanlar arasındaki uçurum ile gelir dağılımındaki dengesizlik, geniş kitleleri çok ciddi olarak rencide etmektedir. CHP’nin sosyal demokrat kimliğini belirleyen en önemli ilkesi, toplumda sosyal adaleti sağlamak olmalı, parti öncelikle bu ilkeyle özdeşleştirilmelidir. CHP, bu gidişata ivedi olarak dur diyeceğini, bunun için yasal boşlukların derhal giderileceğini, haksız, rant ve spekülatif kazanç sağlama yollarının kapatılacağını, öncelikle de vergide adaletin sağlanacağını, somut örneklerle halka anlatmalıdır.
3. Eğitim-öğretim politikası: Devletin en temel görevidir. Devlet, yurttaşlarına, devlet okullarında en iyi olanakları sağlayarak, gelir durumu ne düzeyde olursa olsun, okul çağındaki tüm çocukların, okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimde şans eşitliğine sahip olmalarını sağlamak zorundadır. Eğitim ve öğretimin bir vatandaşlık hakkı olarak iyi donanımlı devlet okullarında parasız yapılacağı, CHP’nin önemle üzerinde durması gereken bir konu olmalıdır. Eğitim ve öğretimin son yıllarda artan ölçüde özelleştirme politikaları önlenerek, her çocuğa ve gence ücretsiz olarak en iyi eğitim-öğretim olanağı sağlanacağı özenle belirtilmelidir.
4. Sanayı politikası: Geri kalmış bölgelerde devlet ve kamu destekli yatırımlarla fabrikaların kurulmasıyla işsizliğin giderilmesi ve bölgeler arasındaki gelir dağılımının en aza indirilmesi, CHP’nin temel yaklaşımı olmalıdır. Başta İstanbul, Bursa, İzmit, İzmir olmak üzere, sanayinin yoğunlukta olduğu kentlere yeni sanayi yatırımlarının yapılmayacağı, yeni sanayi yatırımlarının devlet desteğiyle azgelişmiş yörelere kaydırılmasına önem verileceği belirtilmelidir. Böylece zorunlu iç göç önlenecek ve sanayı yoğun kentlerin de daha fazla yaşanılıktan çıkmaları engellenmiş olacaktır.
5. Tarım politikası: Türkiye'nin 2`bin öncesi yıllarda olduğu gibi, kendi halkını kendi tarım ürünleriyle besleyen bir konuma yeniden gelmesi, temel tarım politikası olarak benimsenmelidir. Bunun için uygun mazot, gübre fiyatları ve tarım kredileriyle çiftçiye gereken desteğin verileceği, tarım ürünlerinin devlet kooperatifleri tarafından gerekli  fiyatlarla satın alınarak, çiftçinin üretiminin karşılığını alabilmesinin sağlanacağı,  açıklanmalıdır.  Bilinmelidir ki, Avrupa Birliği çiftçiyi dış rekabete karşı korumak amacıyla, yılda ortalama olarak tarımı 50 milyar Avru  subvensiyonla deteklemektedir.
6. Barışçı dış politika: CHP`nin kurucusu büyük önder Atatürk'ün  "Yurtta Barış Dünya`da barış" ilkesine bağlı kalarak, başta tüm komşu ülkelerle olmak üzere, barışı ve iyi komşuluk ilişkilerini esas alan bir dış politika izleneceğine vurgu yapılmalıdır. Suriye konusunda görevdeki Esad yönetimiyle diyaloga geçileceği, Irak, İran, Rusya ve Suriye ile birlikte bölgede ivedi olarak barışın sağlanacağı ve böylece bölgede terörün de önleneceği açıklanmalıdır. Suriye ve İrak'da yapılacak ortaklaşa yatırımlarla, bu ülkelerden Türkiye'ye gelen kaçkınların ülkelereine geri dönme koşullarının yaratılacağı ana politika olarak ortaya konmalıdır.
7. Kürt sorunu: CHP’nin kuşkusuz üzerinde önemle durması ve çözüm araması gereken son derece önemli toplumsal bir konudur. Terör uygulayan ve buna detekolanlarla diyalogu reddederek, anayasanın değişmez ilk üç maddesinden ödün vermeksizin, Kürt halkının kültürel haklarının sağlanması, resmi dil ve okul dili Türkçenin yanı sıra, Kürtçenin ve diğer anadillerin, anadil dersi olarak öğrenilebilmesi topluma anlatılmalıdır. Bölgedeki işsizliğin giderilmesi için, bu yörelere devlet destkli yatırımların yapılacağı belirtilmelidir.
Program üyelere ve seçmene farklı iletişim araçlarıyla anlatılmalıdır
CHP programı, yaptığı genel çalışmaları ve Büyük Millet Meclisi’ndeki girişimleri hakkında öncelikle kendi üyelerini yapacağı toplantılarla bilgilendirmelidir. Parti tarafından hazırlanacak film ve videolarla köy, mahalle, ilçe ve illerde toplantılar düzenlenmeli ve herkese parti programı ve çalışmaları anlatılmalıdır. Parti üye ve örgütleri güncel çalışma ve gelişmeler hakkında e-posta yoluyla da doğrudan bilgilendirmelidir. Bu bilgiler üyeler üzerinden de daha geniş seçmen kesimlere ulaştırılmaya çalışılmalıdır.
CHP’nin parti içi ve topluma açık eğitim çalışmalarına önem vermesi, bu amaçla bir vakfın kurulması gerekmektedir. Partide yüz-binlerce eğitilmiş kişinin seçimlerde aktif görev alabilmesi ancak bu yoldan sağlanabilir. CHP, üniversiteler, bilim insanları, sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarıyla konusal alanlarda işbirliğine gitmeli; toplantılar, forumlar, sempozyumlar, gerektiğinde kitlesel eylemler ve protesto gösterileri düzenlemeli veya sendika ve sivil toplum kuruluşları tarafından organize edilen protesto gösterilerine CHP aktif olarak katılmalıdır.
CHP’nin gençlik ve kadın kollarının çok daha aktif konuma gelebilmeleri için, onlara gerekli altyapı ve maddi yardımların yapılması gerekir. Gençlik Kollarının geniş genç kitlelere, Kadın Kollarının da kadınlarımıza ulaşabileceği unutulmamalıdır.
*** (*)
Prof. Dr. HAKKI KESKİN & ÖZEL İSTEK VE BİLGİ NOT:
Ana muhalefet Partisi CHP ye ilişkin bu değerlendirme yazımı lütfen en geniş biçimde çevrenize yayınız! Teşekkürler. Prof. Dr. Hakkı Keskin 17 Temmuz 2018  CHP’nin Parti İçi Demokrasi, Tüzük ve Program Konularında Yeniden Yapılanması Zorunludur   Prof. Dr. Hakkı KESKİN,  Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi eski üyesi - www.keskin.de   hakki@keskinde  17 Temmuz 2018

28 Ağustos 2018 Salı

Milletin cebi yanarken Recep Tayyip Erdoğan yeni Saraylar yaptırma peşinde! "MUHALİF HABER" 28 Ağustos 2018-Salı,

Milletin cebi yanar, euro/dolar yuva yıkarken "Erdoğan yeni Saraylar yapma peşinde!.."

Milletin cebi yanarken AKP Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni Saraylar yaptırma peşinde!

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Malazgirt Zaferi'nin 947. yıldönümüne halka hitap etti. Erdoğan konuşmasında, "Ahlat’a bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü yakışır. Çünkü otağı Sultan Alpaslan oraya kurdu biz de varisleri olarak oraya böyle bir inşallah otağ kuralım. Bugün vali ve belediye başkanımızla görüştük. Onlar 1071 metrekare yer düşünmüşler. Dedik olmaz. 1071 metrekare oturum alanı olur en az 5 dönüm çevre düzenlemesiyle. Belediye başkanımız da coştu ‘en az 10 dönüm’ dedi" ifadelerini kullandı.
İşte Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:
"On binler buraya geldi Malazgirt Ovası'nı doldurdu. Az önce resmi rakamı aldım, 75 bin kişi. Burada yapacağımız daha çok şeyler var. İnşallah çevre düzenlemesini burayı özellikle selvilerle çevreleyip çok daha iyi bir hale getirelim diyoruz.
AHLAT'A CUMHURBAŞKANLIĞI KÖŞKÜ
Milletimizin birliğinin beraberliğini sembolü olan bu bölgeyi korumalı gözetmeliyiz. Sayın Bahçeli bir ziyaretinde güzel bir hatırlatmada bulundu: Ahlat’a bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü yakışır. Çünkü otağı Sultan Alpaslan oraya kurdu biz de varisleri olarak oraya böyle bir inşallah otağ kuralım. Bugün vali ve belediye başkanımızla görüştük. Onlar 1071 metrekare yer düşünmüşler. Dedik olmaz. 1071 metrekare oturum alanı olur en az 5 dönüm çevre düzenlemesiyle. Belediye başkanımız da coştu ‘en az 10 dönüm’ dedi. Bu bir işaret fişeğidir inşallah sonu da hayır olur. Malazgirt savaşının yaşandığı bölgeyi milli park olarak ilan ettik ve düzenlemesine başladık. Bu yıl milli park alanının ilk etabı devreye girdi.
“MALAZGİRT RUHUNU UNUTURSAK NE ÖNCEMİZ KALIR NE SONRAMIZ”
Fetih zulme karşı başkaldırının adıdır. Bizim medeniyetimiz bir fetih medeniyetidir. En büyük fethimiz gönüllerin fethidir. Kaç asır geçerse geçsin varlığımız bu sayede devam ediyor. Malazgirt’te kazandığımız zafer bize Avrupa’nın ortalarına kadar giden yolu açmıştır. Bu yüzden Malazgirt Mekke, Medine, Bursa, Edirne, İstanbul, tüm Balkanlar demektir. Malazgirt ruhunu unutursak ne öncemiz kalır ne sonramız. Biz Malazgirt’te sadece bir zafer kazanmadık Malazgirt’te millet olduğumuzu tüm dünyaya ilan ettik. Şayet Malazgirt ruhunu yaşatmayı başaramazsak geçmişimizle birlikte geleceğimiz de kaybederiz.
“15 TEMMUZ'U UNUTMAYIN”
Maziden atiye uzanan bu büyük mirasa çok iyi sahip çıkın. Mekke’ye, Medine’ye sahip çıkın. Bu mübarek topraklara namusunuz gözüyle bakın. Kudüs’e sahip çıkın. Selçuklu’ya Osmanlı’ya sahip çıkın. Osmanlı başkentlerine, evladı fatihan olan Balkanlara sahip çıkın. Kurtuluş savaşımıza ve cumhuriyetimize çok iyi sahip çıkın. 15 Temmuz kıyamına sahip çıkın. Bu tarihi hadiseyi asla unutmayın unutturmayın. Siz bu ülkenin bu ümmetin ve tüm insanlığın umudusunuz.
“ANADOLU YIKILIRSA NE ORTA DOĞU NE BALKANLAR KALIR”
Anadolu, insanlığın geleceğinin kilit taşıdır. Büyük liderler Anadolu'ya sahip çıkmak istemiştir. İşte Çanakkale’de Gazi Mustafa Kemal o gençliği ile beraber yedi düvele karşı savaştılar ve "Çanakkale geçilmez" dediler. Nice şehitler verildi. Ülkemizin bir süredir yaşadığı sıkıntıların sebeplerini konjonktürel gelişmelerde arayanlar çok yanılırlar. Perde gerisinde yazılan senaryoların işte böyle bir arka planı vardır. Unutmayın, Anadolu bir benttir bu bent yıkılırsa ne Orta Doğu ne Orta Asya ne Balkanlar kalır. Üzerinden ulu çınar gölgesi kalkan bu tüm bu coğrafyalar tehlikeye maruz kalır.
“MESELE TÜRKİYE”
En ufak bir zaaf belirtisi gösterdiğimizde üzerimize leş kargaları gibi geleceklerini görürsünüz. İçerimizdeki bazı gafiller sanıyorlar ki mesele Tayyip Erdoğan meselesidir. Hayır mesele Türkiye meselesidir. Mesele İslam meselesidir. Haram görmüş kursak ve çürümüş bir gönül akıbeti ölüm olan çaresiz bir hastalığa tutulmuş demektir. Bir kez daha Malazgirt zaferimizin 947. Yılını tebrik ediyorum. Bu gazada yer alan tüm kahramanları şükranla yad ediyorum."
http://www.muhalifhaberler.com/milletin-cebi-yanarken-erdogan-yeni-saraylar-yapma-pesinde--5989.html

10 Ağustos 2018 Cuma

ÖZELLEŞTİRME Mİ SOYGUN MU?, Yazan ve Gönderen: "Metin Aydoğan" Kuramsal Aktarım (İyi bir insan ve iyi vatandaş, nisyan (unutmak) ile malûl olmamalı ve millete yapılan bütün kötülükleri "bir gün mutlaka hesabını sormak üzere" daima MİLLİ VE YERLİ hafızasında tutmalıdır)

ÖZELLEŞTİRME Mİ SOYGUN MU?, Yazan ve Gönderen: "Metin Aydoğan" Kuramsal Aktarım

Özelleştirme uygulamaları Türkiye’de, geri dönüşün, dışa bağımlılığın ve ekonomik çöküşün kuramsallaştırıldığı; bilinçli ve tasarlı anti-ulusçu bir izlencenin son aşamasıdır. Toplumsal yaşamı ulus birliği temelinde sürdürüp geliştirmenin gerçek unsurları olan kamusal işletmeler, azgelişmiş ülkeleri ayakta tutan ekonomik güç merkezleridir. Bu merkezleri elden çıkarmanın, ulus-devlet varlığının temel dayanaklarını ortadan kaldırma anlamına geleceği açıktır. Özelleştirme uygulamalarının, ulusal çözülmenin yolunu açan ve bu uygulamaları ister istemez ulus karşıtlığına götüren bir eylem olmasının nedeni budur.

Fruko-Tamek’ten ORÜS’e
Fruko–Tamek şirketinin yüzde 36 hissesi devletindi. Bu hisseler, 1995 yılında DYP–CHP Hükümeti zamanında satıldı. Ancak bu satışın iç karartıcı bir öyküsü vardı.Fruko–Tamek’in yüzde 36 devlet hissesine, 1991 yılında 70 milyar lira (16 milyon dolar) lira değer biçilmişti. Bu hisseler 1995 yılında, 4 yıl önceki değeriyle, yani yine 70 milyar liraya (1,7 milyon dolar) satıldı. Dört yıllık enflasyon göz önüne alındığında, Fruko–Tamek’teki devlet hisselerinin 1995’teki gerçek değeri bir trilyona yaklaşıyordu. Nitekim yüzde 36’lık devlet hisselerini satın alan şirket, 1997 yılında aynı hisseler için 100 milyon dolara (o günkü kurla 10 trilyon liraya) yabancı ortak arıyordu.1
KÜMAŞ, madencilik alanında etkinlik gösteren başarılı bir devlet kuruluşuydu. 1994–1995 yıllarında 45,6 milyon dolar kâr etmişti. Bu KİT, yarısı peşin olmak üzere 108 milyon dolara satıldı. Satış öncesinde değer tesbitinde bulunan firma, KÜMAŞ için 99,5, maden rezervleri için 82,1 milyon dolar değer biçmişti. KÜMAŞ’ın satış tarihinde devlet bankalarında 40 milyon doları bulunuyordu. Satış işlemlerinin gerçekleştirilmesinden bir gün önce bu paranın büyük bölümü alıcı holdingin bankasına devredilmiş, peşin ödemenin yarısından çoğu bu parayla gerçekleştirilmişti.KÜMAŞ kendi parasıyla satın alınmıştı.2
Orman ürünleriyle ilgili önemli bir KİT olan ORÜS, 1996 Ocağında 1.2 trilyon liraya (19,2 milyon dolar) satıldı. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın (ÖİB) “danışman firmaları”, ORÜS’ün 1992 yılında, yani dört yıl önce ve yalnızca arsalarına 602 milyar lira (87,5 milyon dolar) değer biçmişti. ORÜS, üzerindeki onca modern tesise karşın, arsa değerinin dörtte birinden daha az bir fiyata satılmıştı.3

Santral Satmak
12 termik santralin işletme hakları, yap–işlet–devret “modeliyle” 1997 Kasım’ında 20 yıllığına ve 1.6 milyar dolar karşılığında “özelleştirildi”. Dünyada bir örneği herhalde olmayan bu “satışta” durum şuydu: Santralların yıllık kârı 750 milyon dolardı. Yani santrallar iki yıllık kârına karşılık 20 yıllığına elden çıkarılmıştı.. Devlet, 20 yıl içinde santrallara 2 milyar dolarlık daha yatırım yapmayı kabul etmişti. Yani elden çıkarılma bedelinden daha fazla miktarda masraf yapılacaktı. Bunun anlamı santralların “üzerine para vererek satılması demekti.” Bunlardan ayrı olarak, santralların işletme hakkını devralan firmalar, elektrik tarife bedellerini diledikleri gibi belirleyerek, yeni ve büyük tekel kârı elde edeceklerdi.4

“Özelleştik Güzelleştik”: POAŞ
Ülke güvenliği için stratejik bir kurum olan Petrol Ofisi Anonim Şirketi (POAŞ), 3 Mart 2000 günü 1 milyar 260 milyon dolara satıldı. POAŞ’ı alanlar satıştan o denli memnundu ki gazetelere “özelleştik güzelleştik” diyerek ilanlar verdi.
Yeniden kurulmasının 8 milyar dolarlık bir yatırımla gerçekleşebileceği hesaplanan POAŞ’ın, borsa değerinin bile 4 milyar 521 milyon dolar olduğu açıklandı. Bu büyük devlet yatırımı, 1999 yılında kârını yüzde 104 artırmış, vergilerini ödemiş ve kasasında 379 milyon dolar nakit para biriktirmişti.
POAŞ bu parayla birlikte satıldı ve alıcılar peşinatın dörtte üçünü POAŞ’ın  kendi parasıyla karşıladılar. Tıpkı KÜMAŞ gibi POAŞ da kendi parasıyla satılmıştı.5 Ayrıca,POAŞ son on yıl içinde ortalama yüzde 102 kâr artışı sağlamış, tüm giderler ve görev zararları düşüldükten sonra, yılda 180 trilyon lira, yani 315 milyon dolar kâr etmişti. Bunun açık anlamı şudur; POAŞ, kendi parası olan 379 milyon dolar düşüldükten sonra kalan 881 milyon dolara satılmıştır ve bu bedel, POAŞ’ın  üç yıllık kârından daha az bir paradır.6

Satarak Yok Etme: Et Balık Kurumu
Et ve Balık Kurumu’nun (EBK) özelleştirilen 11 kombinasından dokuzunda, bir yıl içinde üretime son verilmiştir. İstihdam yüzde 88, üretim yüzde 94 düşmüştür. Özelleştirilen Süt Endüstrisi Kurumu’nda (SEK) durum ayrımlı değildir. İstihdam yüzde 57, üretim ise yüzde 33 düşmüştür.
Orman Ürünleri Sanayi Kurumu’nda (ORÜS), özelleştirme uygulaması yapılan sekiz işletmeden yedisinde üretim son bulmuş, toplam istihdam yüzde 78 azalmıştır.7ORÜS’ün arsaları, TIR parkına dönüştürüldü. Özelleştirilen Sümerbank’ın altı fabrikası kapatılmıştır.

Altın Yumurtlayan Tavuğu Kesmek: TEKEL’in Satışı
TEKEL, her yıl yüksek kar eden ve hazineye önemli oranda kaynak aktaran bir kamu iktisadi kuruluşuydu. Politikacılar, uzun süreden beri gözlerini TEKEL’e dikmişti. Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın, “TEKEL’in çöpüne kadar her şeyini satacağız” sözü8gerçek oldu ve TEKEL AKP yönetimince gerçekten “çöpüne kadar”  satıldı.
İlk satış alkollü içkiler bölümünde oldu. 16 alkollü içki işletmesi, stokları ve tüm varlıklarıyla 2004 yılında 292 milyon dolara satıldı. Satış bedeli o denli düşüktü ki, alıcı firma MEY İÇKİ adını verdiği şirketi 2 yıl sonra 2006’da yüzde 270 karla 810 milyon dolara sattı. Alıcı bu kez, Texsas Pasific Group adlı Amerikan ortak girişimiydi. Texsas Pasific, MEY İÇKİ’yi 5 yıl kullandı ve 2011 yılında İngiliz Diageo şirketine tam 2,1 milyar dolara sattı.9
Devletin çok düşük bir bedelle elden çıkardığı TEKEL’in alkollü içki bölümü birkaç yıl içinde aracılara tam 1 milyar 808 milyon dolar emeksiz kazanç sağlamıştı. Bu satış, özelleştirme denilen talanın boyutunu gösteren çarpıcı bir örnektir.
TEKEL’in; kaya ve göl tuzu üreten 8 tuzlası, 2004 yılında toplam 1 milyar 757 milyon dolara; deniz tuzu üreten 2 tuzlası 80 milyon dolara satıldı.
Yabancı sigara şirketleri, Türkiye’de Türk tütünü ve sigaralarıyla yarışamıyordu. Bu nedenle TEKEL’in sigara bölümünün satışıyla yakından ilgileniyor ve sabırsızlıkla açık eksiltmeyi (ihaleyi) bekliyorlardı. 25 Ocak 2008 günü yapılan açık eksiltmede,TEKEL Sıgara’yı bir milyar 710 milyon dolar teklif veren İngiliz Brıtısh American Tobaccoşirketi aldı.
Bu satışla Türkiye’de sigara sanayi devlet tekeli olmaktan çıktı ve uluslararası dev bir şirketin tekeline girdi. Sigara da sağlanan büyük boyutlu gelir yurt dışına gider oldu. Türk tütüncülüğü hemen hemen yok edildi ve fabrikalardan yoğun biçimde işçi çıkarıldı. TEKEL’in 2001 yılında 31 124 olan çalışan sayısı, özelleştirmeden sonra 12 000 düşürüldü.10
Binbir güçlükle yaratılan; altı büyük ve modern fabrika, 110 yaprak tütün işletmesi, 84 pazarlama müdürlüğü, 19 alkollü içki üreten tesis, 10 tuz işletmesi, 1 kibrit fabrikası, 1 ambalaj fabrikası, 1 viskoz fabrikası yabancıların iyeliğine (mülkiyetine) geçti.11
TEKEL’in Ankara’da yaptırdığı ve 2004 yılında tamamlanan İkiz Kuleler, 100 milyon dolara, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne (TOBB) satıldı. Oysa TEKEL, bu yapıyı yaptırmak için 210 milyon dolar harcamış ve yeni biten bu binaları hiç kullanmamıştı. TEKEL, bu satışla, Ankara’nın en değerli yerinde yaptırdığı iki gökdelenini TOBB’a yaptığı masrafın yarı fiyatına satılıyor, üstüne de 110 milyon dolar vermiş oluyordu.12

Eti Holding Satışları
Eti-Gümüş, 2004’te, 20,6 milyon doları peşin ödenmek koşuluyla 41,2 milyon dolara satıldı. Sözleşme tarihi olan 13 Ağustos 2004’te, kasasında; 17,9 milyon doları nakit, 2,67 milyon doları gümüş stoğu (11 ton) olmak üzere 20,6 milyon dolarlık taşınır değeri vardı. Bu miktar, peşin ödeme miktarı kadardı. Satış sözleşmesi sanki, peşinatın,Eti-Gümüş’ün kendi parasıyla ödenmesi düşünülerek yapılmıştı.13
Devletin en değerli işletmelerinden olan ve kuruluşu Atatürk dönemine giden Eti Holding’in diğer kuruluşları; Eti-Elektrometalurji, Eti Krom ve Eti Bakır’daki uygulamalar ayrımlı değildi. Eti-Elektrometalurji, 6.128 milyonu peşin 15,320 milyon dolara satılmıştı. Kasasında 2,06 milyon dolar nakit, işletmede 3,4 milyon dolarlık stok vardı. Devlet ayrıca, “işten çıkarılacak işçilerin kıdem ve ihbar tazminatı ödemelerinde kullanılması”! için hesaba 5,42 milyon dolar yatırmıştı. Bunların toplamı 10,66 milyon dolar ediyordu; bu ise peşin ödemenin neredeyse iki katına yakın bir paraydı.
Alıcı firma, Eti-Metalurji’yi almak için para ödemediği gibi üstüne para almıştı.1413,2 milyon dolar peşinatla satılan Eti Bakır’a, devlet yine işçi ödemesi altında 5,06 milyon dolar aktarmıştı.15 Eti Krom, 29,025 milyon dolar peşinatla satılırken kasasında 18,9 milyon doları bulunuyordu.16
Eti Gümüş, Eti Krom, Eti Elektrometalurji ve Eti Bakır’dan sonra, Türkiye’de “birincil aliminyum üreten tek kuruluş” olan Eti Seydişehir Aliminyum A.Ş. de özelleştirildi. Aliminyum; kimya, otomotiv, tekstil, inşaat, uzay ve savaş sanayisi gibi alanlarda kullanılan önemli bir madendi. Türkiye’de çok bulunan bor madeniyle birleştirildiğinde, stratejik yeni bir alışımın, “milenyum metili”nin bileşeniydi. Mühendis odaları, sendikalar ve Seydişehir halkı, Eti Aliminyum’un özelleştirilmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Kuruluş zarar etmediği gibi, 2004’de 26,5 milyon dolar kâr etmişti.17

Seydişehir Alüminyum: Büyük Vurgun
Eti Seydişehir Aliminyum A.Ş. tüm mal varlığı ve maden birikisiyle (rezerviyle) birlikte, 27 Temmuz 2005’te, yalnızca 305 milyon dolara satıldı. Satıştan bir süre önce (2003) alınan bir kararla Oymapınar Elektrik Santralı Eti Aliminyum’a devredilmişti.18Satış bedeli, yalnızca fabrikanın ya da yalnızca maden birikisinin değerini bile karşılamıyordu. Üstelik Oymapınar Barajı da bu bedelin içindeydi. Koskoca baraj,Seydişehir Aliminyum gibi büyük ve önemli bir yatırımı çok ucuza alan şirkete, armağan olarak verilmiş oluyordu.
59.AKP Hükümeti’nin atadığı Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, Seydişehir Alüminyum Fabrikası’nın özelleştirilmesine karşı çıkan işçi ve halk eylemlerinin hemen ertesinde, 26 Mayıs 2005’te, bir basın açıklaması yaptı. Kilci, bu açıklamada hiç çekinmeden şunları söyledi: “Bir ya da birkaç yıllık kârına satılıyor diye özelleştirmeden vazgeçmeyeceğiz. Üstelik kâr eden kuruluşlar daha kolay satılıyor. Ayrıca, özelleştirilen kuruluşların üretimi durdurmaması diye bir şey yok. Özelleştirme yalnızca çalışma potansiyeli olan kuruluşların satılmasından ibaret değildir”.19

İletişim Haraç Mezat
Cep telefonlarının işletme hakkı, 1998’de 25 yıllık bir süre için Turkcell  ve Telsim’e500’er milyon dolara satıldı. Satış bedelini, devlete ait teşvik kredileriyle karşıladığı açıklanan bu iki firma, iki yıl içinde abonelerden “sabit ücret” adı altında tam 627 milyon dolar topladı. Mahkeme kararlarına da yansıyan bu durum, pek çok abonenin tepkisini çeken bir gerçeği ortaya çıkardı. Turkcell ve Telsim, 25 yıllık lisans anlaşması bedelinin tamamına yakınını iki yıllık kısa bir süre içinde ve yalnızca “sabit ücret” adı altında topladığı paralarla karşılamıştı. Devlet, kaynaklarının sınırlı olmasına karşın özel firmalara teşvik vermiş, verdiği krediyle kendi malını satmış ve iletişim alanında denetlenmesi güç bir tekel yaratmıştı.20
Ulus-devlet yapısı için yaşamsal önem taşıyan Telekom, 1 Temmuz 2005’te yapılan bir ihaleyle, Lübnanlı bir şirkete satıldı. Parasal yitikten ayrı olarak Türkiye’den çok şey götüren bu satış, 59.Hükümet ve Cumhurbaşkanı tarafından ivedilikle onaylandı ve devir sözleşmesi bir buçuk ay içinde yapıldı. Türk Telekom A.Ş.’nin, karar yetkisine sahip yüzde 55’lik hissesi, yüzde 20’si peşin, kalanı beş yılda eşit taksitle ödenmek üzere satıldı. Telekom’un satış günü kasasında 2,2 katrilyon lira (1,64 milyar dolar) nakit parası vardı.21 Alıcı firma, 1 milyar 310 milyon dolar tutan peşinatı, Telekom’un kendi parasıyla karşılıyor, üste de 330 milyon dolar almış oluyordu.
Telekom, iletişimin can damarı, stratejik bir kurumdu. Güvenliğini düşünen hiçbir ulus devlet, iletişiminde yabancı egemenliğini kabul etmiyor, hisse satışlarıyla karar yetkisini kesinlikle başkasına devretmiyordu. ABD’de, iletişime giren küçük bir yabancı sermaye payı için, Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Direktörü Louis Freeh, Kongre’ye rapor üzerine rapor göndermiş, bu durumun, “iletişim ve ona bağlı olarak ulusal güvenlik için riskler ve tehlikeler oluşturduğu”nu söylemişti.22
Alıcı Şirket, peşinat dışında kalan 5,24 milyar doları, yılda 1,048 milyar dolardan 5 yılda ödeyecekti. Oysa Telekom’un yıllık net kârı 2,150 milyar dolardı.23 Kâr beş yıl içinde hiç artmasa bile, bunun 1,048 milyar dolarıyla taksit ödenecek, üstüne bir yılda 1,102 milyar, beş yılda 5,510 milyar dolar kalacaktı. Bunun açık anlamı, Telekom’un, bedavaya verilmesi değil, üstüne 5 milyardan çok para ödenerek, yabancılara verilmesiydi.

Üretimine Son Verilenler
Özelleştirme uygulamalarının başladığı 1985’ten 2005’e dek geçen 20 yıl içinde, toplam olarak 188 devlet işletmesi özelleştirildi. “Teknolojik yenilenme”, “Serbest ticaret gelişimi” ya da “üretim artışı” gibi söylemlerle yapılmasına karşın, bu işletmelerden 8’i tasfiye edildi, 65’inde üretime son verildi. “Üretim zorunluluğu”yla özelleştirilen 10 kuruluşun ise bu yükümlülüğü 2007’de sona eriyor.
Özelleştirildikten sonra üretime son verilen devlet işletmelerinin bazıları şunlardır:Türkiye Zirai Donatım Kurumu; Manisa Kükürt İşletmesi, Sakarya Traktör Fabrikası;Et Balık Kurumu; Afyon, Kars, Bayburt, Bursa, Kastamonu, Gaziantep, Manisa Kombinaları;Gümüşhane Çimento Fabrikası; Orman Ürünleri Sanayi (ORÜS); Ulupınar, Pazarköy,Düzce, Ayancık, Bafra, Antalya, Bartın, Demirköy, Şavşat İşletmeleri; Süt Endüstrisi Kurumu (SEK); Afyon, Bayburt, Çanakkale, Erzincan, Erzurum, Havsa, Yatağan, Diyarbakır İşletmeleri; SEKA; Dalaman, Afyon, Akkuş, İşletmeleri; Sümerbank (Sümer Holding);Adana, Erzincan, Şanlıurfa, Denizli, Bakırköy, Çanakkale, Nazilli, İzmir, Beykoz Fabrikaları;TESTAŞ Aydın İşletmesi.24

Sonuç:
Özelleştirmelerle, binlerce işçi–mühendis–teknisyen işsiz kaldı. Faiz kıskacında üretimsizliğin ağır sorunlarını yaşayan Türkiye; sonu ulusal tükeniş olan bir yola sokularak, uluslararası ekonomik savaşımın girdabı bol bulanık sularında, korumasız ve rotasız bir gidişe sürüklendi.
Türkiye’deki üretimsizlik öyle bir düzeye ulaştı ki, bir zamanlar yaptıkları üretimle övünen sanayiciler, hızlı bir biçimde ticaret, pazarlama ve mali spekülasyona kaydılar, kurdukları mega marketlerde yabancı malları pazarlıyorlar. KOÇ Holding’inYönetim Kurulu Başkanı Rahmi Koç, 24 Ocak 2000 tarihinde şunları söyledi: “Şimdi iş aleminde yapımcılık değil de, satıcılık ve pazarlama mühim oluyor. Bildiğiniz o mal üretme devri yavaş yavaş kapanıyor. Bizim de ağır sanayiden yavaş yavaş hizmet sanayisine kaymamız lazım. Migros her hafta iki tane mağaza açıyor”.25

Masrafa Giden Gelir
Temeli 24 Ocak 1980 kararlarıyla atılan ve Turgut Özal hükümetleriyle uygulamaya geçilen “özelleştirme” girişimlerinin devlet bütçesine katkısı nedir? Çok düşük bedellerle de olsa satışlardan elde edilen gelirler nereye gitmiştir? Bu soruların yanıtlarıyla bir avuç yurtsever sendikacı, aydın ve bilim adamından başka ilgilenen olmadı. Özelleştirme uygulamaları, Türk halkının bilgisinden uzak tutulmaya çalışılan konular oldu.
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın (OİB), Özelleştirme Yüksek Kurulu’na (ÖYK) sunduğu rapora göre; 1986’dan 1999’a dek gerçekleştirilen özelleştirmelerden,“masraflar” çıktıktan sonra devletin elde ettiği gelir, yalnızca 200 milyon dolardır.26 13 yılda 4.8 milyar dolarlık satış yapılmış bunun için 4.6 milyar dolar “masraf” yapıldığı bildirilmiştir.27
Özelleştirme ve devir satışlarının en yoğun dönemi AKP yönetimindeki yıllar oldu. Recep Tayip Erdoğan “özelleştirme yapmazsak halka ihanet etmiş oluruz” diyordu. 2002-2013 arasındaki 11 yılda içinde rafineriler, demir çelik tesisleri ve limanların da olduğu tam 890 kamu malı değişik biçimlerle satılmıştır. Özelleştirme idaresi verilerine göre, 2002’den önce satılanlarla birlikte 56.7 milyar gelir elde edilmiş, bunun 15.5 milyar doları masrafa gitmiştir.28 Geri kalan paranın nerelere harcandığı bilinmemektedir.

DİPNOTLAR
01. “KİT Sisteminin İktisadi Değerlendirmesi Nicel İrdeleme, Özelleştirme Sorunları ve Politika Seçenekleri-Özet Rapor” KİGEM 1997, sf.33
02. a.g.e. sf.34
03. “KİGEM Özet-Rapor” 1997, sf.32
04. a.g.e. sf.32
05. Cumhuriyet 04,03,2000
06 . a.g.g. 04.03.2000
07. “KİGEM Özet-Rapor” 1997, sf.34
08. Hürriyet, 12 Ağustos 1998
09. Ali Rıza Aydın, www.odatv.com
10. Ahmet Atalık www.karabasan.net
11. a.g.e.
12. “Tekel’in Kuleleri 100 Milyon Dolara TOBB’nin” Cumhuriyet 12.08.2005
13. “ÖİB Yardımıyla Özelleştirme” Murat Kışlalı, Cumhuriyet 20.06.2005
14. a.g.g. 20.06.2005
15. a.g.g. 20.06.2005
16. a.g.g. 20.06.2005
17. Makine Mühendisleri Odası Basın Açıklaması, 09.06.2005 http//www.mmo.org.tr
19. “Karlı Şirket Kolay Özelleşir” Cumhuriyet, 27.05.2005
20. Hürriyet Ekonomi, 17.02.2000
21. “Telekom’da Özelleştirmenin Ardındaki Gerçekler” Erinç Yeldan, Cumhuriyet 06.07.2005
22. “FBI Yabancı Hisse İçin Uyardı” Cumhuriyet 03.06.1995
23. “Türk Telekom Oger’in” Cumhuriyet 02.07.2005 ve “Telekom’da Özelleştirmenin Ardındaki Gerçekler” Erinç Yeldan, Cumhuriyet 06.07.2005
24. “Özelleştirilen Kurum Kapanıyor” Emine Kaplan Cumhuriyet 26.05.2005
25. Sabah 25.01.2000
26. “Özelleştirme Sorgulanacak” Cumhuriyet 15.06.1999
27. a.g.g. 15.06.1999
28. www.oib.gov.tr.
(Metin Aydoğan Kuramsal Aktarım